26 Kasım 2007 Pazartesi

KSS-DANONE

Efsanevi futbolcu Zinédine Zidane, Nobel Barış Ödüllü Muhammed Yunus ve Groupe Danone CEO’su Franck Riboud. Üç farklı alanda, üç farklı isim ama amaçları ortak. Onları bir araya getiren; 'Grameen Danone Foods' yani Bangladeş’te düşük gelirli ve besin eksikliği bulunan nüfusun, günlük sağlıklı beslenme ihtiyacının karşılanmasını ve yoksulluğun hafifletilmesini hedefleyen tek girişim. Bu amaçla Bogra’da (Dhaka’nın 150 km kuzeyinde) kurulan ilk fabrikanın resmi açılışını Zinédine Zidane, Nobel ödüllü Bangladeşli iktisatçı Muhammed Yunus ve Groupe Danone CEO’su Franck Riboud duyurdu. Fabrika, Muhammed Yunus'un ve Danone'nin yüzde elli ortaklığıyla kurulmuş. Danone Uluslar Kupası hamisi olan Zinédine Zidane da projenin tanıtımında destek oluyor.

Grameen Danone başlangıç olarak, herkesin satın alabileceği bir sütlü ürünün lansmanına odaklanıyor. Bu ürün, Bangladeşli çocukların beslenme ihtiyacını karşılamak, süt ve ihtiyaç duydukları besin öğelerini sağlayarak onların sağlıklı gelişimlerine katkıda bulunmak amacıyla İyileştirilmiş Beslenme Global İttifakı'nın (GAIN) işbirliğiyle özel olarak geliştirilmiş. Grameen Danone Foods’un bu ilk uygulamasının sonucunda, yerel topluluklarda binden fazla tarım, hayvancılık ve satış alanlarında istihdam yaratılması bekleniyor. Dağıtım, Grameen kadınlarının oluşturduğu ağ tarafından organize edilecek. Grameen ve Danone, projenin toplumsal etkisini artırmak amacıyla Grameen Danone Foods’dan gelen sermaye maliyeti sonrası kalan kârı, tekrar yatırıma aktararak, 50 fabrika hedefiyle bu benzersiz iş modelinin çoklu yerel açılımını amaçlıyor.

FİKİR TOPLANTIDA ORTAYA ÇIKTI

Danone Türkiye Genel Müdürü Serpil Timuray, Grameen Danone Foods’un ortaya çıkış öyküsünü ve Muhammed Yunus'la bir araya gelişlerini şöyle anlatıyor: "Her yıl Evian’da düzenlenen geleneksel 'Dünya Üst Düzey Yöneticiler Toplantısı'nın bu yılki onur konuğu Muhammed Yunus'du. Toplantıda, onur konuğumuzun hayat hikâyesi ve Grameen Bankası girişimini içeren konuşmasını heyecanla dinledik. Hali hazırda, sosyal sorumlulukta dünyada çok faal olan Danone yöneticileri olarak, insanlık için daha çok çalışmak ve daha iyiyi yapmak için son derece motive olduk. Gerek başkanımızın gerekse Muhammed Yunus’un yoksul insanlara sağlıklı beslenme ve ekonomik katkı imkânı vermek yönündeki motivasyonu ve fikir birliği beni çok etkiledi."



TÜRKİYE'NİN GÜLÜMSEYEN GELECEĞİ

Toplumsal sorunların dayanışma içinde aşabileceğine inanan Danone Türkiye Genel Müdürü Serpil Timuray, şunları söylüyor: "Danone sosyal sorumluluk çalışmalarını ülke ihtiyaçlarına yönelik olarak planlayıp sürdürüyor. Türk toplumunda sağlıklı beslenme bilinci oluşturmaya yönelik ve daha sağlıklı nesillerin yetişmesine katkı sağlamak amacıyla 'Türkiye’nin Gülümseyen Geleceği' teması altında çok projeli bir sosyal sorumluk programını yürütüyoruz."

Bu program kapsamında, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı'yla birlikte “Gülümseyen Gelecek Anasınıfları”, “Danone Küçükler Futbol Kupası”, “Danino Sağlıklı Büyüme Ekibi” ve “D Vitamini ile Gülümseyen Gelecek” projeleri yürütülüyor.

AB STANDARTLARINDA ÇİFTÇİ YETİŞTİRİYOR

Ayrıca, Türkiye'de kurulan “Türkiye Danone Enstitüsü”, sağlıklı beslenme, özellikle çocuk beslenmesi, konusunda bir bilgi platformu yaratmak amacıyla faaliyet gösteriyor. Timuray, enstitüyü tamamen bağımsız, hiçbir ticari amaç gütmeyen bir kuruluş olarak tanımlıyor. "Ayrıca, Türk tarımı ve çiftçisini geliştirmek, AB standartlarına getirmek üzere ‘Danone Çiftçi Geliştirme Programı’mız bulunuyor" diyor Timuray ve ekliyor: "Ülkemiz tarım ve hayvancılığının AB standartlarına kavuşması yönünde katkısı olacağını ümit ettiğimiz ve aynı zamanda hammadde kalitemizi artıran Danone Çiftçi Geliştirme Programı'mızı özellikle önceliklendiriyoruz. Hedeflenen çiftçi sayısı 15 bin."

KSS-ECZACIBAŞI

"Sosyal sorumluluk çalışmaları, itibara etki eden en önemli faaliyetlerden biri" cümlesi şirketlerin belki de sosyal sorumluluğa bakışını ifade eden en iyi tanım. Eczacıbaşı Topluluğu'nun bakış açısını niteleyen cümlenin devamı ise şöyle: "Toplumsal yatırım projelerinin başarısında yaratıcılık, süreklilik ve kurum kimliğiyle uyum büyük önem taşıyor."

Eczacıbaşı için sosyal sorumluluk projesinin kurumun kimliği, kültürü ve değerleriyle uyumlu olması gerekiyor. Ayrıca uzun vadeli yatırım olması da şart. İşte bu nedenlerle sosyal sorumluluk çalışmaları kültür, sanat, eğitim, bilim ve spor başlıklarında yoğunlaşıyor. Sosyal sorumluluğu 'sponsor olma' seçimiyle sınırlamayan Eczacıbaşı Topluluğu, bu alandaki faaliyetlerini kuruşunda ya da yönetiminde etkin olduğu sivil toplum kuruluşları aracılığıyla yapıyor.



İLK ADIM SPORA

Dr. Nejat F. Eczacıbaşı tarafından 1942’de temeli atılan Eczacıbaşı Topluluğu, sosyal sorumluluk çalışmalarına ait ilk adımı spor ve kültür-sanat alanlarında atmış. 1966'da kurulan Eczacıbaşı Spor Kulübü, basketbol, voleybol ve masa tenisinde sporcular yetiştirme hedefini bugün tümüyle voleybola yönlendirmiş. "Voleybolun kadınlar arasında çok tercih ediliyor olması ve spor yapmanın kadına kattığı özgüven duygusu işin spor yönünden daha önemli bizim için" diyor Eczacıbaşı Topluluğu Kurumsal İletişim Koordinatörü Okşan Atilla Sanön.

Sosyal sorumluluk çalışmaları içinde ağırlık kültür-sanatta. "Kültür-sanat topluluğun değerlerinden geliyor. Topluluğun kendisi kültür ve sanata büyük önem veriyor. Kendi kimliğine uygun bir alan. Ayrıca, kültür ve sanatın üniversal bir platform olduğunu ve Türkiye’nin kendini bu konularda daha kolay anlatabileceğini düşünüyoruz" diyor Sanön.

Kültür-sanat alanında faaliyetleri çok eskiye dayanan Eczacıbaşı, 1973'te Dr. Nejat F. Eczacıbaşı'nın öncülüğünde kurulan İstanbul Kültür Sanat Vakfı'na (İKSV) verdiği destekle çalışmalarını günümüze taşıyor aslında. Topluluk için devamlılığın önemini faaliyetlerinin alt yazısından anlamak mümkün. Vakıfta İstanbul'u 'dünya kültür başkentine' dönüştürmek amacıyla 35 yıldır uluslararası festivaller düzenleniyor. Başlangıcından bu yana Uluslararası Müzik Festivali'ni destekleyen ve son 10 yıldır festival sponsorluğunu üstlenen Eczacıbaşı, 2006 yılından beri de İKSV'nin öncü sponsoru.

Sanön "33 senedir müzik festivalinin sponsoruyduk ama biz artık onu şöyle görüyoruz: İKSV’nin öncü sponsoruyuz ve bütün festivallerin de öncü sponsor olarak bulunmalıyız. Ayrıca toplumdaki sosyal sorumluluk bilincinin gelişmesi için 'Nasıl bir çalışma yapabiliriz?' dedik. Bunun için de 'Festivale Seyirci Kalmıyoruz' başlıklı, 35 senedir İKSV’yi ve festivalleri desteklediğimizi anlatan bir kampanya başlattık. Bu kampanyanın ikinci konusu da 'Siz de seyirci olmayın, kurumsal ya da bireysel desteklerle uluslararası boyuta gelmesini sağlayalım'dı" diyor.



"EĞİTİMİ DE ISKALAMIYORUZ"

Topluluğun kültür-sanat alanındaki en önemli yatırımlarından biri de İstanbul Modern Sanat Müzesi. 13 yıl -hiçbir gün vazgeçilmeden- süren mekân arama çalışmaları 2,5 yıl önce noktalanınca hayat bulan Modern Sanat Müzesi, topluluğun müze hayalinin gerçeğe yansıması... Mekân arayışları sürerken müze hayali sanal dünyada gerçekleştirilmiş ilk önce; Eczacıbaşı Sanal Müzesi'nde internet üzerinden sergiler açılmış, burada bir seyirci kitlesi oluşturulmuş.

Sanön, genelde sosyal sorumluluk projelerinde öncelikli alan olarak görülen eğitimdeki çalışmalarıyla ilgili bilgi de veriyor: "Eczacıbaşı gibi büyük bir topluluğun eğitimi ıskalaması söz konusu olamazdı. Eğitim o kadar ana bir sorun ki herkesin bir ucundan tutması gerek."

Eğitimde önceliklerinin inovasyona dönük programlar olduğunu belirten Sanön, üç sene önce Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'yla (TEGV) Genç Mucitler projesini de bu nedenle başlattıklarını söylüyor.

Bilim konusuna da duyarsız kalmayan topluluk, tıp ve eczacılık, sağlık alanında verdiği bilim ödüllerinde önümüzdeki sene 50. yaşını tamamlayacak. Vitra ile birlikte seramik sanatını yaygınlaştırmak için oluşturulan Seramik Sanatı Atölyesi, Okey ve Türkiye Aile Planlaması Vakfı’nın birlikte yürüttüğü Cinsel Eğitim Projesi, Solo’nun BM’den de ödül kazanmış Hijyen Eğitimi Projesi topluluğun sosyal sorumluluk alanındaki diğer çalışmalarından örnekler...



--------------------------------------------------------------------------------


SANATÇILARDAN 'e' TASARIM

Eczacıbaşı Topluluğu, "Biz 35 yıldır festivali destekliyoruz. Siz de hep bize yakın oldunuz. Bizim amblemimiz olan 'e'ye siz hayat verebilir misiniz?" diye sorduğu sanatçılardan da olumlu yanıt aldı. Nil Karaibrahimgil, Hüseyin Çağlayan, Ross Lovegrove, Burhan Öçal, Zuhal Olcay, Yavuz Turgul, Kerem Görsev, kendi bakış açılarıyla amblemi festivalin ve İKSV’nin 35 yılı onuruna tasarladı. Sanatçıların 'e' yorumları, Eczacıbaşı Topluluğu'nun 2007 yılında İKSV'yle yürüttüğü tüm iletişim çalışmalarında kullanılacak.

KSS- BOYNER

Özel Sektör Gönüllüler Derneği (ÖSGD), bu yıl ilk kez verdiği Gönülden Ödüller'le özel sektördeki gönüllülük çalışmalarıyla toplumda fark yaratan iyi örnekleri ödüllendirdi. Milliyet İK ve İnsankaynaklari.com işbirliğiyle düzenlenen Gönülden Ödüller, 20 Haziran Çarşamba günü, Milliyet Gazetesi’nde düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu.

En Başarılı Gönüllülük Projesi Kategorisinde HSBC Bank-Kardeş Okullar Projesi; En Yaratıcı Gönüllülük Projesi Kategorisi’nde Koç Holding-Ülkem İçin Günü Projesi, En Başarılı Gönüllülük Programı Kategorisi’nde de Boyner Holding Gönüllülük Programı ödül aldı.

Ödül alan her şirketten birer gönüllüye, Harvard Business School işbirliğinde eğitim düzenleyen Netron Business School’dan birer kişilik Kişisel Gelişim/Zaman Yönetimi Eğitimi paketi de hediye edildi.

Ödül töreninin açılışını yapan ÖSGD Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Bayazıt, Gönülden Ödüller'le aynı zamanda Özel Sektör Gönüllüler Derneği’nin de 5. yılını kutladıklarını belirterek “Özel sektörün insan kaynağını ve bilgi birikimini gönüllülük yoluyla topluma aktarma misyonu üstlenerek yola birlikte çıktığımız üye şirketlerimizin sayısı 65 oldu. Üyelerimizin şirketleri içindeki gönüllü sayıları ve işbirliği yaptığımız sivil toplum kuruluşlarının da sayısı artıyor. Gönüllülük çalışmalarının, artık kurumlarımızda yerleşmeye başlayan bir uygulama olduğunu gözlemlediğimizden Gönülden Ödüller'i kurum kültürü içinde gönüllüğe yer veren tüm üyelerimiz ve kurumlarla paylaşmak istedik” diye konuştu.

'HAYIRSEVERLİKTEN FARKLI'

Milliyet Gazetesi Yayın Danışmanı Nurcan Akad ise konuşmasında “Baba Beni Okula Gönder" projesiyle gönüllülük deneyimini paylaştı ve "Mesleki olarak yaşadığım hiç bir haz bana iki yılı aşkın süredir yer aldığım, Milliyet'in sosyal sorumluluk projesi Baba Beni Okula Gönder kadar keyif vermedi" dedi.

Hedef Alliance Yönetim Kurulu Başkanı Ethem Sancak da gönüllülüğün ‘insanın arkasında eser bırakma çabası’ olduğunu söyledi: "Gönüllük kendini sevmek, barışık olmaktır. Aslında ölümsüzlüğe ulaşmaktır. Gönüllülüğün özeti, arkanızda eser bırakma çabasıdır."

ARGE Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı ve Özel Sektör Gönüllüler Derneği Başkan Yardımcısı Dr. Yılmaz Argüden ise gönüllülüğün hayırseverlikten farklı olduğuna değinerek, ödül için başvuran projelerin hepsinde çalışanların, üst düzeyin katılımı, sürdürülebilirlik ve ölçümlemenin yer aldığını ifade etti.

Ödül kazananların dışında yarışmaya başvuran şirketler ve projeleri şunlar: Avon Kozmetik-Avon ile Sağlığa Yolculuk Projesi, Philip Morris-Yaşasın Okulumuz Projesi, Uyum Gıda-Başarılı Çocuk Ödül Kartı, Cargill-Cargill Türkiye Gönüllüleri Burs Projesi, Citi-Citibank Gönüllülük Programı, Pfizer-Toplum Takımı, Philip Morris-Satış Organizasyon Geliştirme Departmanı Liderlik Programı Sosyal Sorumluluk Projeleri, Siemens-Çevre Kulübü, Unilever-Turuncu Şapka Gönüllüleri.

Gönülden Ödüller töreninin öncesinde “Özel Sektörde Gönüllülük: İyi Örnekler” başlıklı bir de panel gerçekleştirildi. Unilever, Mc Donald’s, Philip-Morris SA, Citibank, HSBC ve Boyner Holding çalışanları “özel sektörde gönüllülük projeleri, gönüllük programı yönetimi ve yaygınlaştırma" konularında deneyimlerini paylaşarak katılımcıların sorularını yanıtladı.



--------------------------------------------------------------------------------


KAZANAN PROJELER

HSBC Gönüllüleri'nden Koordinatör Levent Dokuyucu, Kardeş Okullar Projesi'yle binden fazla çalışanın "gönüllülük" için harekete geçtiğini söylüyor. Dokuyucu 2006 yılında 17 olan kardeş okul sayısını bu yılın sonunda 50’ye çıkarmayı istediklerini belirtiyor.

Boyner Gönüllüleri’nin çalışmalarını anlatan Boyner Holding’in ÖSGD Gönüllü Elçisi Seda Erzen, eğitim, yaşlılara destek, engelliler, çevre, sokak hayvanları gibi konuların yanı sıra çalışanların önerdikleri konularda projeler gerçekleştirdiklerini anlatıyor. Erzen, Boyner’deki 320 çalışanın gönüllük için toplam 700’den fazla saat ayırdığını ve bu sayının son iki yılda 11 katına çıktığını vurguluyor.

En Yaratıcı Gönüllülük Projesi ödülünü alan Koç Holding’in Ülkem İçin Günü Projesi hakkında bilgi veren Koç Holding Halkla İlişkiler Müdürü Fatma Nur Halil, Koç Holding’in çalışanları ve bayilerinin bugüne kadar 223 proje gerçekleştirdiğini, yüz bine yakın çalışanın gönüllü olarak bu projelerde yer aldığını söylüyor. Halil, Mayıs ayının son pazar gününü “Ülkem İçin” günü ilan ettiklerini ve bu gün içinde bölgelerin ihtiyaçlarına göre park yenileme, deniz temizleme, okul yenilenmesi gibi konularda projeleri hayata geçirdiklerini anlatıyor.

KSS-HENKEL

Henkel’in sosyal sorumluluk projesi "Gülümse Henkel" ile bugüne kadar dünya çapında bin 125 proje gerçekleştirilerek çocuklara yardım eli uzatıldı. Henkel’in her yıl 1 milyon euro bütçe ayırdığı proje kapsamında Türkiye’de de eğitim, kültür, spor, sağlık ve çevre gibi konularda pek çok proje hayata geçirildi.

Proje kapsamında, Gaziantep ve Adana’da hastanelerin yeni doğan ünitelerine son iki yıldır kuvöz bağışı sürüyor. Diyarbakır’da bir ilköğretim okulu kuruldu, ayrıca AÇEV ile yapılan işbirliği sayesinde maddi imkansızlıklar içindeki öğrencilere okul öncesi eğitim verildi.

Gaziantep’te 2006 yılından bu yana gerçekleştirilen "Sokakta Çalışan Çocuklara Meslek Atölyeleri Kurulma Projesi"nde başarılı sonuçlar alındı. Meslek atölyelerinden ilk etapta 50 öğrenci mezun oldu ve böylece çocuklar sokaktan kurtarıldı.

Henkel Kurumsal İletişim Sorumlusu Hande Ardane, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Henkel’in faaliyet gösterdiği her ülkede kendisini kurumsal vatandaş olarak konumlandırdığını söyledi. Ardane, sosyal sorumluluk çalışmalarını 2005 yılında Gülümse Henkel çatısı altında topladıklarını ifade ederek, "Arkadaş gibi marka sloganımızı hayata yansıtmak istiyoruz. Gülümse Henkel programı ile bizler de toplum hayatına değer ve mutluluk katmak istiyoruz. İnsanların yüzünde yarattığımız gülümseme en büyük motivasyon kaynağımızı oluşturuyor" diye konuştu.

"SOKAK ÇOCUKLARI MESLEK SAHİBİ OLDU"

Hande Ardane, bu kapsamda eğitim, bilim, kültür, sanat, spor, sağlık, çevre gibi konulara yönelik projeleri desteklediklerini anlattı. Gerçekleştirilen pek çok proje bulunduğunu dile getiren Ardane, sözlerini şöyle sürdürdü: "Örneğin Diyarbakır’da Sarıdallı Henkel İlköğretim Okulu kuruldu. Adana ve Gaziantep’te hastanelerin yeni doğan ünitelerinde kuvöz bakımı gereken bebekler için son iki senedir kuvöz bağışımız sürüyor. Ayrıca, AÇEV ile yapılan işbirliği sayesinde Diyarbakır’da maddi imkansızlıklar içindeki öğrencilere okul öncesi eğitimler verildi. 2006 yılından bu yana da Gaziantep Şahinbey Lions Kulübü tarafından gerçekleştirilen Sokakta Çalışan Çocuklara Meslek Atölyeleri Kurulma Projesi’ne destek oluyoruz."

Sokakta Çalışan Çocuklara Meslek Atölyeleri Kurulma Projesi’ne desteklerini 2007 yılında da sürdürdüklerini ve çok yakında Gaziantep Lions Kulübü ile bir atölye daha açacaklarını belirten Ardane, meslek atölyesinde çantacılık, saraciye işlemeciliği, ütücülük ve ev hizmetleri, halı dokuma gibi alanlarda eğitim verildiğini söyledi.

Mayıs 2007’de projenin ilk etabında 50 öğrencinin mezun olduğunu bildiren Ardane, "Bu atölyelerde öğrencilere balık vermekten çok balık tutması öğretilerek, çocuklarımızın sokakta çalışması yerine zanaatlarını yaparak hayata hazırlanmaları sağlanıyor" dedi.

"BİNLERCE ÇOCUĞA YARDIM ELİ UZATILDI"

Hande Ardane, "Gülümse Henkel" projesi kapsamında sadece çocuklara yönelik projelere tüm dünyada yılda yaklaşık 1 milyon euro ayrıldığını belirterek şunları söyledi: "Diğer modülleri de kattığımızda rakam daha da artıyor. Bu kapsamda Arkadaş Gibi Marka-Henkel, 1998’den bu yana tüm dünyada 45 binden fazla çocuğa yardım eli uzattı. Tüm dünyada bugüne kadar sadece çocuklara yönelik bin 125 proje gerçekleştirildi. Gülümse Henkel programı kapsamında topluma yaptığımız katkıyı sürdürmeye devam edeceğiz."

Henkel için sosyal sorumluluğun büyük bir anlam taşıdığını vurgulayan Ardane, "Marka ve teknolojilerimiz, kaliteli ve yenilikçi ürünlerimiz ile toplumda yarattığımız katkının yanı sıra sosyal alanlardaki girişimlerimizle hem bugün hem de gelecekte yaşamaya değer bir dünya için katkıda bulunmak bizim için önemli" diye konuştu.

KSS-PHİLİP MORRİS

Philip Morris SA’ya göre sosyal sorumluluk projeleri yalnızca şirketin imajı ve topluma olan sorumluluğu için sürdürülen çalışmalar değil. Bizim dışımızdakileri de anlamak, başkalarıyla özdeşleşmek için bulunmaz bir zemin... Philip Morris - Sabancı ortaklığının satış ve pazarlama faaliyetlerini yürüten Philip Morris SA, bu düşünceden yola çıktı ve Liderlik Gelişim Programı’na sosyal sorumluluğu da kattı. Uzun ve detaylı değerlendirmeler sonucu seçilen liderlik programının 30 katılımcısı, STK’larla işbirliği içinde kendi sosyal sorumluk projelerini geliştirdi. 5’li gruplar halinde istihdam, engelliler, eğitim, yetiştirme yurdundaki çocukların gelişimi konularında 6 proje hayata geçirildi. Sakarya’da engelliler ve aileleri için süs bahçeleri kuruldu; 6 ilde çocukların bilim projelerini geliştirmeleri için çalışmalar yapıldı; görme engellilerin çağrı merkezlerinde istihdam edilmeleri için eğitim programlarına destek verildi...

İLK DERS GÖNÜLLÜ KATILIM

Philip Morris SA Satış ve Organizasyon Geliştirme Müdürü ve Liderlik Gelişim Programı Yöneticisi Yunus Erduran, 18 ay süren gelişim programının 4 ana modülünden birinin sosyal sorumluluk olduğunu söylüyor ve bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Liderlik Gelişim Programı'nda temel olarak öğretmeyi arzuladığımız davranışlar bireysel farkındalığa sahip olma, kendinden yola çıkarak başkalarının farklılıklarını anlayabilme ve değer verebilmeydi. Çünkü ancak başkalarının farklılığını gerçekten anlayabilen ve doğal bir şekilde kabul eden kişiler bunu içtenlikle sahiplenerek yönetebilir. Bu davranışları sınıfta öğretemezsiniz. Bunu ancak yaşayarak öğrenmeleri mümkün. Karşındakini dinleme, anlama ve ona hitap edebilme yeteneğini en iyi şekilde temsil edebilecek platformun sosyal sorumluluk projesi olduğunu düşündük ve programımızın içine ana bir modül olarak ekledik.”

Programın sosyal sorumluluk ayağı Özel Sektör Gönüllüler Derneği’nin (ÖSGD) verdiği eğitimle başlamış. Amaç hem sosyal sorumluluk projeleri üretmek hem de ‘gönüllü’ olarak bu projelerin içinde yer almak. Metin Sabancı Spastik Çocuklar ve Gençler Rehabilitasyon Eğitim ve Üretim Merkezi’ndeki iki günlük bir eğitimde, çalışanların engelli ve dezavantajlı grupları daha yakından tanımaları ve ihtiyaçlarını anlayabilmeleri amaçlanmış.

PROJELER YAKINDAN İZLENİYOR

Philip Morris SA Liderlik Gelişim Programı’ndaki 6 sosyal sorumluluk projesi, programın değerlendirme komitesince incelendikten sonra uygulamaya konulmuş. Projelerin ilk başta ölçümlenmesi, başlangıç aşamasında gerekli iyileştirmelerin yapılmasını sağlamış. Yunus Erduran, projelerin etkin takibi için Özel Proje İzleme Formları oluşturduklarını ve ekiplerin aylık olarak projenin gidişatını değerlendirme komitesiyle paylaştığını söylüyor.

Işık Demeti, Hayal Kahramanları, Yel Değirmeni, Kurşunkalem ve Altı Gökkuşağı isimlerini seçen grupların projeleri toplumun, yaşadıkları çevrenin ihtiyaçlarından yola çıkarak oluşturulmuş.

Erduran bir sosyal sorumluluk projesinin insani ilişkiler, planlama, organizasyon ve etkileme gibi birçok yetkinlikte inanılmaz gelişim fırsatları sunduğunu belirtiyor. Erduran, gelişim programı içerisindeki sosyal sorumluluk projelerinin sürdüğünü belirtirken, Philip Morris bünyesinde bugüne kadar Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine destek, kadın ve çocuk haklarının korunması, göç alan bölgelerde ailelerin uyumunu sağlama gibi konularda da projeler gerçekleştirildiğini söylüyor.

Erduran, Philip Morris SA’nın önümüzdeki dönemde hedefinin tüm çalışanların sosyal sorumluluk çalışmalarında aktif olarak görev alması olduğunu belirtiyor.



--------------------------------------------------------------------------------


PROJELER ÖRNEK OLUŞTURACAK

Philip Morris SA Liderlik Gelişim Programı çerçevesinde gerçekleştirilen sosyal sorumluluk projeleri geçtiğimiz yıl başladı ve hâlâ sürdürülüyor. Görme Engellilerin Çağrı Merkezlerinde İstihdam Edilmesi Projesi'nde çıkış noktası görme engellilerin işgücüne yüzde 2 oranında katılımları olmuş. Philip Morris Sa çalışanları Altı Nokta Körler Vakfı’nın çağrı merkezi müşteri temsilciliği eğitim projesine destek sağlayacak bir sosyal sorumluluk projesi geliştirmiş.



Engelliler İçin Hobi Bahçeleri Projesi'nde ise çıkış yolu, engellilerin fiziksel ve psikolojik gelişimlerine katkıda bulunmak, çevre bilincini artırmak ve engellilerin sosyal yaşama katılımlarını artırma amacıyla örnek bir proje oluşturmak olmuş. Çalışanlar kendi bölgelerinde böyle bir proje çalışması yapmak isteyenler için bir veri bankasını web sitesi üzerinden paylaşıyor. Altı Bölgede Altı Kahramanlık Hikâyesi Projesi, Milli Eğitim Bakanlığı'nın bilim yarışmalarında başarılı olmuş ancak olanakları kısıtlı öğrencilerin okullarında, yaratıcılık ve gelişim ortamının artmasını amaçlıyor. Proje çerçevesinde okullarda araştırma odaları kurma, bilgisayar desteği sağlama gibi çeşitli çalışmalar yapılıyor.

KSS-GLOBAL COMPACT

Global Compact, 1999'da Kofi Annan’ın öncülüğünde Birleşmiş Milletler çatısı altında oluşturulmuş, dünyanın en büyük gönüllü kurumsal sorumluluk platformu. Global Compact anlaşmasını imzalayarak bu platforma şimdiye kadar katılan şirket sayısı 3 bin 200. Anlaşmayı imzalayan şirketler, insan hakları, çalışma koşulları, çevre ve yolsuzluk konularında belli taahhütlerde bulunmuş oluyor.



Global Compact üyeleri son olarak, küresel ısınmanın giderek hayatımızı ve geleceğimizi tehdit eden bir gerçek haline geldiğini görerek, bu konuda öncülük etmek için 'Caring For Climate: The Business Leadership Platform' adlı yeni bir inisiyatif başlattı. Bu inisiyatifin yükümlülükleri arasında şirket içinde verimli enerji kullanımını sağlamak, yapılan faaliyetlerin küresel ısınmaya etkilerini anlamak, daha az karbon salınımı yapacak bir düzen için hükümetle, yerel yönetimlerle, sektörel şirketlerle iş birlikleri yapmak ve çalışanlarla, müşterilerle, yatırımcılarla birlikte bu konuda aktif bir sözcü olmak yer alıyor.

Global Tanıtım ve Halkla İlişkiler de yükümlülüklerini yerine getirmek için Türkiye'de ilk adımı attı. Türkiye'de Global Compact anlaşmasını imzalayan ilk 10 şirketten biriydi Global Tanıtım. Anlaşmanın bu yeni açılımını ilk olarak imzalayarak bu konuda öncülük etmek istediklerini söyleyen Global Tanıtım AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Ceyda Aydede, "Türkiye’de ne kadar çok şirket bu inisiyatifi benimserse etkimiz o kadar büyük olur. Yaşama alışkanlıklarımızı radikal biçimde değiştirmek zorunda kalmadan önce iş dünyasının üzerine düşen görevi yapması gerekiyor" diyor.

Firmaların bu gibi gönüllü faaliyetlerde bulunmalarının artık bir zorunluluk olduğunu söyleyen Aydede, şöyle konuşuyor: "Şirketlerimiz uzun vadeli düşünmeli, bu konuda farkındalık yaratmalı ve gelecek nesillere yaşayabileceği bir dünya miras bırakmak için çalışmalı. Hepimizin aynı yönde atacağı adımlar büyük değişimler gerçekleştirebilir."

EKONOMİK AMPÜL DEVRİ

Global Tanıtım ve Halkla İlişkiler, yapacağı çalışmaları, 'dünya vatandaşı' olmanın bilinciyle, 'Küresel sorunlara Global duyarlılık' başlığı altında toplamış. Bu inisiyatifle şirket içinde verimli enerji kullanımını sağlamaya çalıştıklarını söyleyen Aydede, şöyle anlatıyor: "Şirketimizde, iş çıkışında bütün bilgisayarlar ve ekranlar kapatılıyor, öğle yemeği sırasında ve bilgisayarın kullanılmadığı tüm zamanlarda bilgisayar ekranlarının kapalı olmasına özen gösteriliyor, diz üstü bilgisayarların ve telefonların şarjları kullanılmadığı zamanlarda prizden çekiliyor, gerekli olmadığı sürece aydınlatmalar kullanılmıyor. Şirket içinde az enerji harcayan ekonomik ampuller kullanıyoruz. Gerekli olmadıkça klimaların çalıştırılmaması için yaz aylarında 'business casual' giyiniyoruz ve şirket çalışanlarının mümkün olduğunca toplu taşıma imkânlarını kullanmalarını veya ortak ulaşım imkânlarını yaratmalarını destekliyoruz."

HER ÇALIŞANA BİR BARDAK

Global Tanıtım ve Halkla İlişkiler'de çalışmalar verimli enerji kullanımıyla bitmiyor. Dikkat ettikleri bir diğer husus da geri dönüşüm. "Şirketimizde, kullanılan kâğıtların çöpe değil, geri dönüşüm kutularına atılmasına dikkat ediliyor, mecbur olmadıkça çalışmalar ve yazışmalar bilgisayar ortamında yapılıyor, çıkış alınmıyor. Faks ve fotokopi için bir yüzü kullanılmış kâğıtları tercih ediyoruz. Sadece kâğıt değil, cam, plastik ve metal ambalajları da geri dönüşümle yeniden kazanmak için biriktiriyoruz" diyerek neler yaptıklarını anlatıyor Aydede. Su tüketimi konusunda da duyarlı olan şirkette bulaşık yıkarken harcanan su miktarı göz önüne alınarak, çalışanların gün içinde hep aynı bardağı kullanmaları için üzerinde isimlerinin yazılı olduğu bardaklar yaptırılmış.



Ayrıca bütün bu çabaları daha da somutlaştırmak için, şirketin girişindeki 'yeşil kumbara'ya çalışanlar ve şirkete gelen müşteriler bozuk paralarını atıyor. Burada toplanan paranın yanı sıra şirket içinde doğum günleri, doğumlar, çeşitli kutlamalar veya bir çalışanın yakınının kaybı için toplanan paranın bir kısmı da ÇEKÜL’e ağaç dikilmesi için bağışlanıyor.

Sadece şirket içinde yaptıkları çalışmalarla kısıtlı kalmak istemeyen Global Tanıtım ve Halkla İlişkiler, 28 Eylül’de yurtdışından konuşmacıların katılacağı 'sorumlu yatırım' konulu bir de seminer düzenleyecek.

KSS-TETRAPAK

Tetra Pak 2007 Çevre ve Sosyal Sorumluluk Raporu yayınlandı. Raporda, çevre konusundaki sorumlu tutumunu uzun yıllardır sürdüren Tetra Pak’ın bu alandaki taahhütleri ve aldığı kararlar kamuoyuyla paylaşıldı.

Rapora göre Tetra Pak, dünyanın her tarafında sürdürdüğü etkin geri dönüşüm kampanyaları ile rekor bir katılıma ulaşarak, 21 milyar adet içecek kartonunun geri dönüşümünü sağladı. Ayrıca, Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) “İklim Koruyucuları Programı”nı destekleyen 12 şirketten biri olan Tetra Pak, 2005’te 390 bin ton olan karbondioksit salınımını 2006’da 373 bin tona düşürerek bir yılda yüzde 4 azalttı. Tetra Pak 2010 yılına kadar toplam karbondioksit salınımını yüzde 10 oranında azaltmayı hedefliyor.



Tetra Pak Türkiye Kurumsal İletişim Müdürü Yasemin Ayginin, 2007 Çevre ve Sosyal Sorumluluk Raporuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada firmanın çevre konusundaki hassasiyetini uzun yıllardır koruduğunu belirtti: “Tetra Pak, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanarak, üretim ve dağıtım süreçlerinin çevre üzerindeki etkilerini asgari düzeye indirmeyi hedefleyerek bu alanda örnek bir tutum sergiliyor. Çevrenin ve doğal kaynakların korunması konusunda başta Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) olmak üzere pek çok küresel sivil toplum kuruluşu ile işbirlikleri geliştiriyoruz. 2007 Çevre ve Sosyal Sorumluluk Raporu aldığımız sonuçları, gösterdiğimiz yüksek performansı ortaya koyuyor. Ülkemizde de gerek çevreyle ilgili, gerek toplumsal sorumluluklarımızı aynı hassasiyet ve kararlılıkla yerine getiriyoruz. Doğal kaynaklarımızı korumak ve tüketmeden gelecek kuşaklara aktarmak için çalışmalarımızı aynı yoğunlukta sürdüreceğiz.”

GERİ KAZANIMDA REKOR ARTIŞ

2007 Çevre ve Sosyal Sorumluluk Raporu’nda kuruluşun geri kazanım alanındaki performansı da aktarıldı. Buna göre, dünya çapında yürütülen etkin kampanyalar sonucunda Tetra Pak’ın geri kazandırdığı içecek karton miktarı 2006 yılı itibarıyla rekor düzeye ulaşarak 21 milyar adet oldu. Bu miktar geri kazanımda ton olarak yüzde 27’lik bir artışa karşılık geliyor.

Tetra Pak son yıllarda çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaparak önemli çevre projelerine de girişti. Aralık 2005’te Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) ile yakın bir işbirliği kuran Tetra Pak, WWF’nin İklim Koruyucuları Programı’nı destekleyen dünyadaki 12 şirketten biri oldu. Bu program CO2 salınımını 2010’a kadar her yıl 10 milyon ton azaltmayı amaçlıyor. Ayrıca bu yıl Tetra Pak WWF’nin yasadışı ağaç kesimini durdurmak ve değerli ve tehdit altındaki ormanların işletilmesini iyileştirmek amacıyla yürüttüğü Küresel Orman ve Ticaret Ağı’na da katıldı.

İKLİM DEĞİŞİMİNE KARŞI DAHA AZ ENERJİ KULLANIYOR

Rapora göre Tetra Pak 2006’da CO2 salınımlarını mutlak değerlerle yüzde 4 azaltırken, aynı zamanda enerji verimliliğini de yüzde 6,6 (üretilen her standart ambalaj için) artırdı. Ambalaj üretimindeki yüzde 23’lük artışa rağmen, 2006’daki enerji kullanımı 2002’dekinden daha düşük bir seviyede kaldı. Aynı dönemde Tetra Pak’ın üç fabrikası daha yeşil enerjiye geçti.

Tetra Pak’ın kullandığı kağıt hammaddesinin tamamının bilinen ve kabul edilebilir kaynaklardan geldiğini vurgulayan Tetra Pak 2007 Çevre ve Sosyal Sorumluluk Raporu’nda, şirketin nihai hedefinin kağıt hammaddesinde en yüksek standartları öngören Orman İdaresi Konseyi (Forest Stewardship Council - FSC) sertifikasına ulaşmak olduğu belirtildi.

Tetra Pak’ın toplumsal projelerine de yer verilen raporda, bir yılda 45 ülkedeki okullarda toplam 40 milyondan fazla çocuğa Kalkınma için Gıda programı ile bir milyar litreyi aşkın süt ve soya fasulyesi, pirinç, bezelye gibi diğer besin temelli içecekler verildiği açıklandı. Tetra Pak, bu çalışmalarından ötürü Birleşmiş Milletler tarafından 2006’da “Dünya İş Ödülü”ne layık görüldü.

KSS-HENKEL ÖRNEĞİ

Beş yıldır, kuruluş günü olan 26 Eylül tarihini faaliyet gösterdiği tüm ülkelerde “Arkadaşlık Günü” olarak kutlayan Henkel, bu yıl da Türkiye'de çalışanlarının gönüllü olarak katıldığı bir etkinlik düzenledi.

Bu yılki kutlamanın teması toplum ile “Kan Kardeşliği”ydi. Aktivite dahilinde Henkel İstanbul, İzmir ve Gebze fabrikalarındaki tüm Henkel çalışanları, Kızılay’dan temin edilen kan verme aracı aracılığıyla kan verme imkanı buldu. Var olduğu ülkelerde kendisini kurumsal vatandaş olarak konumlandıran Henkel böylece, bu yıl çalışanlar arasında sembolik bir kan kardeşliği teması çizerek anlattığı arkadaşlık kavramını, sosyal sorumluluk çerçevesinde düzenlediği bir aktiviteyle hayata geçirdi.

“Arkadaşlık Günü” kapsamında ayrıca, Henkel bünyesinde çalışan herkesin katılabileceği “Arkadaşlık” temalı bir fotoğraf yarışması da düzenlendi.

Henkel geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirilen Arkadaşlık Günü’nde çalışanlarıyla Bahçelievler Çocuk Esirgeme Kurumu’nu ziyaret etmek ve ihtiyaçlarını karşılamak, Dostluk Ormanı kurmak gibi aktivitelere imza atmıştı.

KSS-ARAS CARGO örneği

Aras Cargo, küresel ısınmaya karşı mücadele etmek için ÇEKÜL Vakfı’yla ülke çapında ağaçlandırma kampanyası başlatıyor. Beş yıl boyunca devam edecek kampanyanın ilk adımı 7 Ekim’de Sivas Divriği’de 7 bin ardıç ağacının dikilmesiyle atılıyor. Proje sonunda, 100 binin üzerinde ağaç dikilmesi hedefleniyor.

‘İnsana ve çevreye duyarlı hizmet’ ilkesiyle hareket ederek bugüne kadar çok sayıda sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren Aras Cargo, ülke çapında başlattığı ‘Aras Cargo Türkiye Ormanları Projesi’yle son yıllarda Türkiye’yi de etkisi altına alan küresel ısınmaya karşı mücadele ediyor.

Beş yıl boyunca devam edecek kampanyanın rotası, bugün Aras Cargo Genel Merkezi’nde düzenlenen, ÇEKÜL Vakfı yöneticilerinin de katıldığı basın toplantısıyla açıklandı.

Aras Cargo Genel Müdürü Evrim Aras Sağıroğlu basın toplantısında yaptığı konuşmada, ‘Türkiye Ormanları Projesi’nin giderek daha fazla zarar gören ve azalan ormanlara, ihtiyaç olan her noktada yeniden hayat vermek yolunda önemli bir kilometre taşı olmayı amaçladığını söyledi.

Sağıroğlu, Türkiye'nin zengin doğal ve kültürel varlıklarını korumak, yaşatmak ve tanıtmak için çeşitli projeler üreten ve uygulamaya koyan ÇEKÜL Vakfı’yla böyle bir projede çalışmaktan mutluluk duyduğunu dile getirerek şunları söyledi: “Aras Cargo olarak bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz tüm sosyal sorumluluk projeleriyle çevreye karşı duyarlı olduğumuzu ortaya koyduk. Yeni başlattığımız ağaçlandırma kampanyamız da tıpkı diğerleri gibi uzun soluklu olacak. İlk adımımızı ülkemizin en kurak illerinden biri olan Sivas’ta atarak, artık ‘çölleşme’ olgusunun ülkemiz için de büyük bir tehlike olduğuna dikkat çekmek istedik. Daha yeşil bir ülkede yaşama arzumuz bizi böylesi kapsamlı bir kampanyaya yöneltti. Küresel ısınmayla mücadele edebilmek için doğanın bilgesi ağaçların sihirli güçlerine ihtiyacımız var.”

HEDEF 100 BİN AĞAÇ DİKMEK

Küresel ısınmaya karşı mücadelede hem kurumların, hem de bireylerin üzerlerine düşen görevleri yapması gerektiğine dikkat çeken Sağıroğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Orman Bakanlığı ile görüşmelerimiz sürüyor. Sivas’tan sonra ilk etapta Kocaeli, sonra Malatya’da ağaç dikmeyi düşünüyoruz. Bu konuda tetkiklerimiz devam ediyor. Kocaeli Körfez’de sedir, servi ve fıstık çamı, Malatya’da ise ceviz ağacı dikmeyi düşünüyoruz. Hedefimiz 100 binin üzerinde ağaç dikmek.”

Aras Cargo’nun Türkiye’yi ağaçlandırma kampanyasındaki yol arkadaşı ÇEKÜL Vakfı’nın Genel Sekreter Yardımcısı Ece Müftüoğlu Narcy ise konuşmasında “Eğer, doğaya ve kültürel değerlere sahip çıkmak konusunda kararlıysanız sadece size özel projeleri uygulamakla yetinemezsiniz. Çünkü ne yaparsanız yapın, daha yapılacak çok şey vardır. ‘Yeşile Hayat, Hayata Yeşil’ sloganıyla yola çıkan Aras Cargo’ ya bu nedenle destek vereceğiz. Bu kampanyada da ÇEKÜL Vakfı’nın ‘7 Ağaç Ormanları’ kampanyasında olduğu gibi öncelikle acilen ağaçlandırılması gereken bölgeleri seçtik, ikinci olarak da her bölgeye iklimine ve doğal dokusuna uygun ağaçlar dikmeyi kararlaştırdık. Ağaçlandırma çalışmalarımızı bilimsel kriterlere uygun olarak gerçekleştireceğiz” dedi.

Narcy, bugün dünyada 3 milyar hektar orman alanının yok olduğuna, Türkiye’nin de hızla ormanlarını kaybettiğine dikkat çekerek, alınması gereken önlemleri açıkladı:“Özellikle sahil şeridinde yükselen rant yüzünden ülkemizde orman yangınları giderek artıyor. Orman Bakanlığı’nın 2006 verilerine göre 1937’den 2006’ya kadar Türkiye’de 1 milyon 563 bin 847 hektar alan kül oldu. Bu rakam, 15 milyon 638 bin km2’ye denk geliyor. Türkiye’de yılda ortalama 2.5 milyon ağaç küle dönüyor. Unutmayalım, her birimiz günlük yaşamımızda tükettiğimiz kağıt, kalem, mobilya, yakacak gibi çeşitli gereksinimlerimiz için yılda ortalama 7 ağacın kesilmesine neden oluyoruz. Bir başka deyişle, her yıl doğaya, 7 ağaç borçlanıyoruz. Bu yüzden doğadan aldığımızı doğaya geri vermek zorundayız.”

KSS-VİSA-EUROPE örneği

Visa Europe Türkiye öncülüğünde geçtiğimiz yıl başlatılan Renkli Ufuklar Projesi kapsamında 800 öğrenciyle gerçekleştirilen araştırma, gençlerin kendileriyle ilgili kararlarında ailelerinin belirleyici olduğunu ortaya koydu.

11 şehirde, 500 lise, 300 üniversite öğrencisinin katıldığı araştırmaya göre anne-babalar, lise ve meslek seçiminde en belirleyici unsur.


Araştırmaya katılan gençlerin en fazla tercih ettiği meslekler ise öğretmenlik ve mühendislik olarak belirlendi. Araştırma verileri gençlerin meslek seçiminde, saygınlık ve maddi gelir beklentisinin temel kriter olduğunu, yetenek ve becerilere uygunluğun çok daha alt sıralarda yer aldığını ortaya koydu. Liseli gençlerin yüzde 24’lük oranla, üniversite öğrencilerinin de yüzde 29 gibi yüksek bir oranla öğretmenlik mesleğini ilk sırada tercih ettiklerini gösteren araştırma, mühendisliğin yüzde 17 ile ikinci sırada yer aldığını, hukukçu ve doktor olmak isteyenlerin ise alt sıralara düştüğünü gösteriyor.

15-20 yaş grubu gençlerin öğrenme, düşünme, karar alma, kendini tanıma ve geleceğini planlama alanlarındaki tutum ve becerilerini daha iyi anlamayı hedefleyen Renkli Ufuklar Araştırması’nda ortaya çıkan veriler şöyle:

Lise ve üniversite öğrencileri genel anlamda karar verirken kendilerini referans alıyor, ancak ailelerine de kararlarını danışıyor. Ancak lise öğrencilerinin yüzde 70’i ailelerinin kararlarında daha etkili olduğunu söylüyor ve “Benden daha deneyimli oldukları için kararı onlara bırakıyorum” diyor. Üniversitelilerde bu oran yüzde 46’ya geriliyor.
Meslek ve lise seçimi gibi unsurlarda liselilerin kararlarında aileleri etkili oluyor. Üniversitelerin yüzde 46’sı üniversite seçiminde kendileri karar verirken, ailelerin daha etkili olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 20.
Gençler büyüdükçe kendilerini daha az bağımsız hissediyor ve gelecek kaygısı öne çıkıyor. Lisenin ilk yılında yüzde 75 olan kendine güven oranı, üniversiteye gelince yüzde 63’e kadar geriliyor.
Renkli Ufuklar Araştırması’na katılan gençler büyük oranda gelecekte ümitli. Bu oran liselilerde yüzde 78, üniversitelilerde ise yüzde 83.
Bilgiye erişim ve bilgiyi değerlendirme başlığında sorulara gençlerin verdiği yanıtlara göre, öğrencilerin dersler için yararlandıkları kaynaklar arasında ders kitapları ve ders notlarının yanı sıra internet yüzde 85 gibi yüksek bir oranla en yüksek sırada yer alıyor. Bilgiye erişim için internet kullanımında liseli gençlerin yüzde 71’i, üniversite öğrencilerinin de yüzde 76’sı internette arama motorlarını kullanarak bilgiye ulaşıyor. Lise ve üniversite gençlerinin yüzde 70’den fazlası bir konuyu araştıracakları zaman “Google'a yazarım ve ilk sayfada çıkan tüm sitelere girerim” diyor. Lise öğrencilerinin yüzde 30’u ise “Herkesin bir şey yükleyemediği belirli siteleri tercih ederim” diyor. Yanıt veren diğer kesim öğretmenlerine danışma ya da sitenin güvenilirliğini sorgulama eğiliminde.
Araştırmada gençlerin düşünme becerilerini ölçmeye yönelik sorular da yöneltildi. Sonuçlara göre hem lise hem üniversite öğrencilerinin hemen hemen yarısı bir olguyu açıklamak için öne sürülen nedenlerden sadece birinin doğru olabileceğini düşünüyor.


--------------------------------------------------------------------------------


RENKLİ UFUKLAR PROJESİ ?

Visa Europe, Visa üyesi 23 banka ve Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'yla Toplum Gönüllüleri Vakfı işbirliği içinde başlatılan ve 1 milyon YTL’nin üzerinde kaynak ayrılan Renkli Ufuklar Projesi, 2006 yılının sonunda başlatıldı. Proje, ilköğretim çağındaki çocukların hayatın sunduğu farklı ve yeni olanakları görüp değerlendirme becerileri kazanmasını, kendileri ve ülkelerine ilişkin vizyonlarını geliştirmesini sağlamayı amaçlıyor. Proje kapsamında bugüne kadar çeşitli okullarda Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı tarafından tasarlanan 'Düşünebilen Çocuklar' ve 'Kariyer Yolculuğuma Başlıyorum'; TOG tarafından tasarlanan 'Nesilden Nesile' programları hayata geçirildi. Programlarda çocukların kendilerini ve düşünme yetilerini geliştirebilmeleri, iş ve meslek seçiminde bilinçli olabilmeleri için uzman eğitimcilerin katıldığı çeşitli dersler ve etkinlikler düzenlendi. Ayrıca banka çalışanlarının aktif katılımıyla çeşitli okulların kitaplıkları, kitaplık ihtiyaçları karşılandı.

www.visa.com.tr/renkliufuklar

KSS-EVYAP-TEMA örneği

Sabun ve kişisel bakım ürünleri üreticilerinden Evyap, TEMA'nın kırsal kalkınmayı güçlendirmek ve bu bağlamda köyden kente göçü engellemek için başlattığı 'El Koyun' kampanyasına destek veriyor. Erzurum’un Çat İlçesi'ne bağlı Bozyazı ve Göbekören köylerine ‘el koyan’ Evyap, proje kapsamında 20 arıcı aileye dağıtılan arı kolonilerinden elde edilen 2 bin kilogramlık doğal balın yarıya yakınını, kilosu 15 YTL’den satın alıyor. Evyap aslında bu projeye destek vererek, topraklarında hayat bulduğu Erzurum'a vefa borcunu da ödüyor bir anlamda...


Evyap Yürütme Kurulu Üyesi Bekir Kılıç, şirketin Mehmet Rıfat Evyap tarafından 1927 yılında, Erzurum’da kurulduğunu anımsatarak, proje kapsamında özellikle bu iki köyü seçtiklerini belirtiyor: "Tarım ve hayvancılıkla geçinemeyen Bozyazı ve Göbekören köylerinde her evden en az bir kişi büyük şehirlere mevsimlik işçi olarak gidiyor. 1980’li yılların başından itibaren göç veren Bozyazı’da 70 hanede 500 kişi yaşıyor. Göbekören’de ise sadece 30 hane kaldı. Her iki köyün de ana geçim kaynağı büyükbaş hayvancılık. Küçükbaş hayvancılık ise yok olmak üzere; iki köyde sadece 2 aile sadece bu işi sürdürüyor. Evyap için manevi değeri çok yüksek olan bu kente katkı sağlayarak, proje kapsamında elimizden geldiğince refah yaratmak istiyoruz."

'YAŞAM KALİTESİ YÜKSELECEK'

Kılıç, Evyap'ın bu iki köyde büyükbaş hayvancılığın ve yem üretiminin geliştirilmesi, arı yetiştiriciliğine yönelik çalışmalar yapılması amacıyla projeye adım attığını vurguluyor. Proje kapsamındaki faaliyetler sonucunda doğru tarım teknikleri kullanılarak eğitimli ve bilinçli çiftçilik yapılmaya başlanmasıyla iki köyde de tarımsal ve hayvansal üretimde verim ve kalitenin artırılacağını söyleyen Kılıç, "Alternatif geçim kaynaklarının yaratılmasıyla Bozyazı ve Göbekören köylerinde yaşayanların gelir seviyelerinde ve yaşam standartlarında bir değişim ve iyileşme yaratmayı hedefliyoruz. Gelir seviyesi yükselen ve verilen eğitimlerle bilinçlendirilen köy halkının doğru ve kontrollü tarım yapmaya başlamasıyla doğal kaynaklar üzerindeki tahrip edici baskı azalacak, tarım alanlarında görülen erozyonun önlenmesi de sağlanacak" diyor.

Kılıç, bölgedeki yaşam kalitesinin gerek çalışmaları gerekse yöre halkının desteğiyle çok daha iyi düzeylere geleceğine emin olduklarını dile getiriyor: "Bal üretimiyle projenin meyvelerini toplamaya başladık ve geniş kitlelere ulaştıkça göç konusunda azalma sağlanacağını düşünüyoruz. Bozyazı ve Göbekören köylerinde yem yetiştiriciliği ve büyükbaş hayvancılığın geliştirilmesiyle ilgili çalışmalarda da başarılı olacağımıza inanıyoruz."



--------------------------------------------------------------------------------


ÇALIŞANLAR DA DESTEKLİYOR

Evyap'ın çalışanları da projeyi destekliyor. Şirketin çalışanları ile iki köyün halkı arasında iletişim köprüsü kurduklarını söyleyen Bekir Kılıç "Çalışanlarımız bölgede üretilen ürünlerin pazarlanmasında sürekli destek veriyor. Evyap çalışanları 50 YTL karşılığında 3,5- 4 kilogramlık petek balları satın alıyor. Böylelikle hem doğal bal sayesinde sağlıklı besleniyor hem de projeye katkıda bulunmuş oluyorlar. Bu projenin tüm Türkiye’ye örnek olması için gerekli çabayı harcıyoruz" diyor.

Evyap'ta dış satış uzmanı olarak çalışan Şehrazat Fathi de projenin kurumun her kademesi tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyor: "Bal alarak köylülere yardımcı olduğumu bilmekten mutluluk duyuyorum. Tek bir kişi olarak Erzurum’daki ya da Doğu'daki diğer köylere ulaşmam pek mümkün değil ama kurumum sayesinde köylülerin bütçesine katkıda bulunmak beni sevindiriyor."

Muhasebe şefi Adnan Dalkılıç da "Orada zor koşullarda yaşayan insanlara küçücük de olsa bir katkı sağladığımı düşünmek beni mutlu ediyor" diyor ve ekliyor: "Bence tüm şirketler bu tür çalışmaların içinde yer alarak ihtiyaç sahiplerine destek sağlamalı, onların yanında olduğunu hissettirmeli."

KSS-TURKCELL örneği

Şirketlerin sosyal sorumluluk anlayışı, sadece kurumların standart vizyonuyla değil, orada çalışanların bakışıyla da derinleşiyor, gelişiyor. Gönüllük, gönülden isteyerek yardım etmek, insana zorla dayatılan veya öğretilen bir meziyet değil. Ancak profesyonel ve yetkin bir insan kaynakları anlayışıyla çalışanları motive etmek mümkün.

Turkcell, 4 yıldır giderek büyüyen ve yaygınlaşan 'gönüllük' projesini her kademeye taşımayı başarmış. Bu başarının ardında basit, somut ve hakiki nedenler var. Öncelikle hayata geçirdikleri projeye destek verenler, yardımlarının somut neticesini görüp birbirleriyle paylaşabiliyor, dolayısıyla "Ben bir şeyler yaptım ama işe yaradı mı acaba?" endişesi taşımıyor. Ayrıca farklı içerikte yürütülen destek arayışlarına katkıda bulunanlar sadece maddi olarak değil, bir insanı manevi olarak tatmin etmenin huzurunu da hissediyor. Böylesine bir hazzı birbirleriyle paylaşmaları kendi aralarındaki ilişkiyi güçlendiriyor ve doğal olarak bu ekip çalışmasında işe yarıyor. Ancak belki de en önemlisi, daha evvel böyle bir duygu yaşamamış olan kişi hayatta ne işe yaradığını hatırlıyor, varoluşunu anlamlandırıyor. Huzurevi'ne alınacak olan tekerlikli sandalyelerin yanı sıra Türk sanat müziği seven Turkcell çalışanlarının aylarca çalışıp yaşlılara konser vermek istemesi, başka bir projede kendi çocuklarından oyuncaklarını bağışlamalarını istemesi, evinden çıkamayan engellilerin evlerine giderek iş mülakatı yaptıktan sonra onları iş hayatına kazandırmaları uygulanan onlarca başarılı örnekten sadece birkaç tanesi.

46 ÜLKE, 405 PROJE YARIŞTI

Bu yıl, Turkcell çalışanlarının gönüllülük projesi 'Hayat Ormanı', Uluslararası Halkla İlişkiler Birliği-IPRA tarafından her sene düzenlenen 'Halkla İlişkilerde Mükemmellik-Altın Dünya Ödülü'ne lâyık görüldü. 6 Kasım'da Londra'da düzenlenen törende ödülü Turkcell çalışanları adına İş Destekten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Selen Kocabaş aldı.

Bu yıl 21 kategoride, 46 ülkeden 405 projenin katıldığı IPRA ödüllerinde 'İç İletişim' dalında birinciliğe ulaşan Hayat Ormanı Projesi, IPRA'nın web sayfasında da en beğenilen üç projeden biri oldu. Ödülü alan Selen Kocabaş projeyi şöyle anlatıyor:

"Kültür-sanattan spora, eğitime kadar çok çeşitli alanlarda farklı kurumsal sosyal sorumluluk projelerine imza atan Turkcell, kendi bünyesinde de 'Turkcell Gönüllüleri'yle bu faaliyetlerini sürdürüyor. Bu ödül, 'Önce İnsan Öncü Turkcell' felsefesinin bir yansıması. Şirket içinde yapılan araştırma sonuçlarına göre, çalışanların yüzde 95'i bu tür faaliyetlerin iş streslerini azalttığını, yüzde 99'u ise bu aktivitelerin motivasyonlarını arttırdığını söyledi."

Turkcell Gönüllüleri tarafından yürütülen Hayat Ormanı, Turkcell çalışanlarının çeşitli sosyal faaliyetlere gönüllü destek vermesini sağlıyor. Çalışanların yerel ağ üzerinden erişebildiği Hayat Ormanı'nda her ağaç bir projeyi, her yaprak ise o projedeki ihtiyaçları temsil ediyor. Yardımda bulunmak için çalışanların istedikleri ağaçta bir yaprak seçip tıklamaları gerekiyor. Böylece başlangıçta sarı renkte olan ağaçlar, yaprakları tıklanıp projedeki gereksinimler karşılandıkça yemyeşil bir ormana dönüşüyor.

10 gönüllü Turkcell çalışanının girişimiyle yaklaşık 4 yıl önce başlayan Hayat Ormanı Projesi'nde sadece iki yıl içinde 2 bin Turkcell çalışanı çeşitli gönüllülük çalışmalarına katılmış. Turkcell Gönüllüleri tarafından şimdiye kadar 'Diyarbakır Yatılı İlköğretim Bölge Okulu (YİBO) Restorasyonu', 'Engelli Çağrı Merkezi', 'Oyuncağını Paylaşır mısın?', 'Yukarı Tandır Köyü Sıcacık Olsun', 'Kitaplar Kutuya Çocuklar Okula', 'Ayvalık'ı Yeşillendiriyoruz', 'Batman Üşümesin', 'Yakacık Yuvası Renovasyonu', 'Bir Tatlı Huzur', 'İlk Tatilim' gibi sosyal sorumluluk çalışmalarına imza atılmış.



--------------------------------------------------------------------------------


BM ONUR ÖDÜLÜ, 'BABA BENİ OKULA GÖNDER'E

'IPRA 2007 Altın Ödülleri'nin özel kategorisi olan Birleşmiş Milletler Onur Ödülü ise 'Okumayan kızımız kalmasın' hedefiyle başlatılan 'Baba Beni Okula Gönder' Kampanyası'na verildi.

Londra'da 6 Kasım'da düzenlenen törende Milliyet'in ödülünü İcra Kurulu Üyesi Tijen Mergen ve Yayın Danışmanı Nurcan Akad aldı.

Waldorf Oteli'nde düzenlenen törende Milliyet'in ödülünü veren BM Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı Elizabeth Baldwin-Penn, yaptığı konuşmada "Milliyet'in 'Baba Beni Okula Gönder' kampanyası, Türkiye'de kadının eğitime erişimine odaklanıyor. Bu girişim, kızlar için 21 yurt inşasına mali destek sağlamaya yardımda; ebeveynleri, öğretmenleri ve Milliyet okuyucularını eğiterek sosyal farkındalık geliştirmede yardımcı oluyor. Milliyet'e 'Baba Beni Okula Gönder' kampanyası için onur ödülünü sunmaktan mutluluk duyuyorum" dedi.

Birleşmiş Milletler Onur Ödülü, her yıl en başarılı ve etkili sosyal sorumluluk projelerine veriliyor.

11 Kasım 2007 Pazar

SA 8000 SOSYAL SORUMLULUK STANDARTI BELGELENDİRME VE DANIŞMANLIĞINDA CONSULTURK.NET 1numara

Sosyal Sorumluluk Standardı -SA 8000 - yönetim danışmanlığı ve belgelendirmede CONSULTURK.NET farkını yaşayın

Günümüzde, kalite ve maliyet kadar, sosyal sorumluluklara ve ahlaka uygun faaliyet göstermek de rekabet edebilmenin önemli bir koşulu haline gelmeye başlamıştır. Bunda, gelişen iletişim teknolojileriyle birlikte daha da güçlenen sivil toplum örgütlerinin (ekolojik çevreye zararlı, işgücü-yoğun eski teknolojilerini gelişmekte olan ülkelere transfer ederek, hem gelişmiş ülkelerin hukuki düzenlemelerinden kaçan, hem de ucuz iş gücü sayesinde yatırımlarının ömrünü uzatan) uluslararası işletmeler üzerinde artan baskılarının önemli bir etkisi söz konusu olmuştur. Son yıllarda giderek artan kalite bilinci de bu gelişmeyi, "kaliteli ürünler, ancak işgörenlerin mutlu olduğu çalışma koşullarında üretilebilir" savıyla desteklemiştir. Bu çalışmada, bazı sivil toplum örgütleri ile uluslararası işletmelerin geliştirdikleri işletmelerin sosyal sorumluluklarıyla ilgili yeni bir standart tanıtılmakta ve bu standardın kapsamı açısından ülkemizdeki mevcut durum değerlendirmektedir.
1. Giriş
Sosyal sorumluluk kavramı kısaca, bir işletmenin faaliyette bulunduğu ortamı koruma ve geliştirme konusundaki yükümlülükleri olarak tanımlanabilir. Doğal çevreyi koruma; müşterilerin tercihlerini dikkate alarak kaliteli ve güvenli ürünler sunma; işgörenlerin temel hak ve özgürlüklerine saygı gösterme; işletmeyi ortakların haklarını koruyacak ve yatırımları karlı kılacak bir şekilde yönetme, faaliyetlere ilişkin doğru bilgi sunma ve toplumun refah seviyesine katkıda bulunacak eğitim, sağlık ve sanat etkinliklerini destekleme gibi konular bu kavram kapsamında değerlendirilmekle (Griffin, 1990: 814-821) birlikte, bu sorumlulukları ortakların sermayelerini korumak ve geliştirmekle sınırlandıranların yanı sıra, daha da genişletenler söz konusudur.
İşletmelerin müşterilerine "daha kaliteli ve güvenilir ürünler sunma" sorumluluğunu vurgulayan ISO 9000 ve doğal çevreye karşı olan sorumluluklarını düzenleyen ISO 14000 serileri gibi standartların varlığı öteden beri bilinmektedir. Bu çalışmada, "işgörenlere" karşı olan sosyal sorumluluklarını yerine getirmelerinde işletmelere kılavuzluk edecek "Sosyal Sorumluluk 8000 Standardı" incelenmekte ve standardın kapsamı açısından Türkiye'deki mevcut durum tartışılarak konunun ülkemiz açısından önemi vurgulanmaktadır.
2. SA 8000 Standardı nedir?
SA 8000, ISO 9001 ve ISO 14001'i örnek alan, performans koşulları kadar prosedür ve sistem koşullarını da önemseyen, yönetim sistemi ile davranış kodunun bileşimi bir standarttır. Ekim 1997'de (CEPAA; "The Council on Economic Priorities Accreditation Agency) Ekonomik Öncelikler Konseyi Akreditasyon Bölümü tarafından geliştirilen (Export Today, 1998: 74-76) ve "Amnesty International" ve "The National Child Labor Committee" (Richards, 1998: 5-7) gibi sivil toplum örgütlerince desteklenen standart, Avon Cosmetics, Toys 'R' Us (ABD), Sainsbury (İngiltere) ve Otto Versand (Almanya) gibi işletmelerin yanı sıra, çeşitli insan hakları grupları, işgören sendikaları ve KPMG-Peat Marwich ve SGS-ICS gibi muhasebe şirketlerinin de desteğine sahip bulunmaktadır (Bernstein, 1997: 39). Tedarikçi seçiminde dünyadaki ilk evrensel ahlak standardı olma özelliğine sahip olan SA 8000'in, küresel işletmelerin tedarikçilerinden, ISO belgelerinin yanı sıra isteyeceği önemli bir standart olacağına inanılmaktadır (Tarantino, 1998: 559-563).
SA 8000, dört bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm standardın "amaç ve kapsamı"nı tanımlamakta, ikinci bölümde, bir işletmenin belge almaya hak kazanabilmesi için standarda ek olarak uymak zorunda olduğu yerel yasaları, UÇÖ'nün temel düzenlemelerini ve Birleşmiş Milletler Anayasasını belirtmekte; üçüncü bölüm, standartla ilgili "işletme", "tedarikçi", "çocuk işgören" ve "zorla çalıştırılan işgören" gibi kavramları tanımlamakta, son bölüm ise, işletmenin yönetim sistemini uygularken ve belge alırken uymak zorunda olduğu genel koşulları açıklamaktadır (Export Today, 1998: 74-76). İşletmelerin uymak zorunda oldukları bu koşullar aşağıdaki gibi sıralanabilir (Punter vd., 1998: 197-200; Scherer, 1997: 245-248; Thaler-Carter, 1999: 106-111; Bernstein,1997: 39):
Çocuk işgören: 15 yaşın altında çocuk işgören çalıştırılamaz. Bu yaşın üzerindeki çocuk işgören eğer okula da devam ediyorsa, iş için harcayacağı toplam zaman, günde (iş+okul+ulaşım dahil) 10 saati geçemez.
Zorla çalıştırılan işgören: İşletme zorla işgören çalıştıramaz veya işgörenlerin, kimliklerini ya da belli bir "deposit"i işletmeye bırakmalarını isteyemez.
Sendika kurma ve toplu pazarlık hakkı: İşgörenler sendika kurma, sendikaya katılma ve toplu pazarlık hakkına sahiptirler.
Çalışma saatleri: İşgörenler haftalık 48 saatten fazla çalıştırılamaz ve (kısa dönemli olağan üstü iş koşulları hariç) fazla mesailer, haftalık 12 saati geçemez.
Maaş ve ücretler: Ücretler en azından ülkenin "asgari ücret" seviyesinde ve personelin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar olmak zorundadır.
Sağlık ve güvenlik: İşletme, sağlıklı bir çalışma ortamı sunmak, kaza ve yaralanmaları önleyici tedbirleri almak, sağlık ve güvenlik eğitimi vermek, temiz sağlık tesisleri ve içilebilir su sağlamak zorundadır.
Ayırımcılık ve disiplin uygulamaları: İşgörenler cinsiyet, etnik köken vb nedenlerden dolayı farklı muameleye tabi tutulamaz ve işgörenlere dayak, küfür vb. fiziksel ve psikolojik baskı uygulanamaz.
İşletmelerin tek başlarına standarda uymaları yeterli olmayıp, birlikte çalıştıkları üretici ve tedarikçi işletmelerin de uyması gerekmektedir. CEPAA, işletmelerin birlikte çalışacakları tedarikçileri seçerken bunların, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki fabrikalarındaki çalışma saatleri, ücretler, hastalık ve kaza ödenekleri, sağlık ve güvenlik koşulları, disiplin uygulamaları, zorla işgören çalıştırıp çalıştırmadıkları ve "çocuk" kavramını nasıl tanımladıklarına ilişkin bilgileri kapsayan "davranış kurallarını"; bu kurallarla ilgili kontrolleri kendilerinin mi, yoksa bağımsız bir danışmana ya da sivil toplum örgütüne mi yaptırdıklarını incelemelerini önermekte (Consumer Reports, 1997: 20-25) ve böylece standardın yaygınlaştırılmasını hedeflemektedir.
3. SA 8000 Standardına niçin gerek duyuldu?
SA 8000 Standardı'na ihtiyaç duyulmasının nedenlerini üç ana başlık altında incelemek olanaklıdır. Bu nedenler, gelişmekte olan ülkelerdeki kötü çalışma koşullarının artık göz ardı edilemeyecek bir boyuta ulaşmış olması, sivil toplum örgütlerinin çalışma koşullarını iyileştirme yönündeki çabaları ve tasarruf sahiplerinin yatırım kararı verirken kar kadar, aday işletmelerin sosyal sorumluluklarına uygun faaliyet gösterip göstermediklerini de dikkate almaya başlamaları olarak sayılabilir.
3.1. Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Kötü Çalışma Koşulları
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki çalışma koşullarının kötülüğü, insan hakları konusunda duyarlı gelişmiş ülkelerin bazı adımlar atmasını zorunlu hale getirmiş ve SA 8000, bu zorunluluğun sonucunda ortaya çıkmıştır. Uluslararası işletmelerin bu ülkelerdeki faaliyetlerini incelemek standarda duyulan ihtiyacın daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Dünya oyuncak üretiminin %80'i ucuz işgücü nedeniyle üçüncü dünya ülkelerinde, özellikle de Asya'da, sağlıksız çalışma koşullarında yapılmaktadır (Consumer Reports, 1997: 20-25). Dünün en önemli sorunu olan köle ve çocuk işgören çalıştırmanın yerini, bugün, uzun çalışma saatleri ve (3 dolar ile 30 cent arasında değişen) batı standartlarının çok altındaki işçilik ücretleri almış bulunmaktadır (Economist, 1999: 62-64). Çoğu kırsal kesimden gelen ve kalifiye olmayan bu insanlar uluslararası işletmeler için "her koşulda çalışmaya hazır" potansiyel işgücü konumundadırlar. Bu durum, küresel ekonominin, uluslararası işletmelerin gelişmiş ülkelerdeki çalışma standartlarından kaçmalarına izin vererek, dünyadaki çalışma standartlarını olumsuz etkileyeceğini, dolayısıyla da işgörenlerin bu şartlar altında çalışmaktan başka alternatiflerinin kalmayacağını öngören ekonomistleri (Spar vd., 1999: 557-582) haklı çıkarmaktadır. Çoğunda gerçek anlamda demokrasinin olmadığı bu ülkeler, sağlıklı ekonomik ve sosyo-kültürel gelişimlerini tamamlayamadıkları sürece, "çifte standart"lı uluslararası işletmelerin "modern sömürgeleri" olmaya devam edeceklerdir. Son Dünya Ticaret Örgütü toplantısının sonuçları da bu düşünceyi desteklemektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde işgören maliyetleri düşük ve yasal sistemler batıdakinden daha gevşek olduğundan bazı şirketler bu olumsuz durumu bir fırsat olarak değerlendirmektedirler. Örneğin, bazı İngiliz işletmeleri maliyetlerini aşağıya çekmek için üretim merkezlerini, istihdam standartları konusunda daha rahat hareket edebilecekleri ülkelere kaydırmaktadırlar (Anstead, 1999: 30-32). İstatistikler, suistimalin korkunç yüzünü çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır: UÇÖ'ne göre dünyada 5-14 yaş grubunda 250 milyon çalışan çocuk bulunmakta ve 12-17 yaş grubunda yer alan 283 milyon çocuk çalıştığı için okula devam edememektedir (Aslantepe, 1999: 7).
Son yıllarda, Avrupalı dev giyecek işletmelerinin Doğu Avrupa ve Asya'daki üretim tesislerindeki kötü çalışma koşulları tartışılmaya başlanmıştır. Bu tesislerde, haftada 70 saat kötü koşullar altında çalışmaya zorlanan 14 yaşlarındaki kız çocuklarına günde sadece iki kez tuvalete gitme izni verilmekte, tuvalette kalma süresi üç dakikayı aştığında ise, bir günlük ücretleri kesilerek cezalandırılmaktadırlar. Sendikalı çalışmaya karşı olan bu işyerlerinde, düzenli aralıklarla hamilelik testi uygulanmakta ve hamile olduğu anlaşılanlar işten uzaklaştırmaktadır. Uzmanlar, dünya giyecek üretiminin %40'ını tüketen ABD ve Avrupa'nın, SA 8000 gibi standartlara destek vermesinin dünyadaki çalışma koşullarını iyileştireceğini tahmin etmektedirler (Echikson, 1999: 96-97). Bu yönde önemli bir adım, Amerikan pazarının beşte birine sahip olan Toys 'R' Us tarafından atılmıştır. Toys 'R' Us, 5000 kadar tedarikçisinden SA 8000 Standardı'nı almalarını istemiştir (Bernstein, 1997: 39).
SA 8000, insan kaynaklarına yapılan ve bir süre sonra yüksek verimlilik ve moral olarak işletmeye geri dönecek olan bir "yatırım" olarak değerlendirilebilir. Bu yatırımın; mevcut durumu incelemek, politika ve prosedürler geliştirmek, kayıtları tutmak ve kontrol etmek için yönetimin harcayacağı zaman; iyileştirici eylemler için katlanılacak harcamalar ve belgelendirme denetimi ve sürekli kontroller için denetim şirketlerine yapılacak ödemelerden oluşan bazı maliyetleri söz konusudur (Thaler-Carter, 1999: 106-111). Anılan maliyetlerine karşılık SA 8000, iyileşen çalışma koşullarıyla birlikte işgören verimliliğini, ürün ve hizmet kalitesini, müşteri memnuniyetini ve işletmenin toplumdaki saygınlığını arttıracak (Punter vd., 1998: 197-200) önemli bir rekabet üstünlüğü ve insan haklarına daha saygılı bir iş dünyasının oluşturulmasına yapılacak anlamlı bir katkı olarak değerlendirilmelidir.
3.2. Sivil Toplum Örgütlerinin Çabaları
Son yıllarda sivil toplum örgütleri dünya genelinde insan haklarına aykırı uygulamaların dile getirilmesinde ve önleyici girişimlerin başlatılmasında aktif bir rol oynamışlardır. Artık Amerika'da satılan bir çok ürünün üzerinde, örneğin, "Bu top için ne çocuk, ne de köle işgören çalıştırılmıştır" şeklinde ifadeler görülmektedir (Economist, 1998: 13-16). Bu, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere dünya genelinde kötü çalışma koşullarına karşı bilinçli bir tepkinin başladığını göstermektedir.
Sivil toplum örgütlerindeki bu bilinçlenmeye karşın gelişmekte olan ülke yönetimlerinin hala çok gerilerde olduğu görülmektedir. Seattle'da 135 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen DTÖ toplantısında gelişmekte olan ülkeler, işçi haklarını pazarlık masasına getirmekten kaçınırken; çevreciler, deniz kaplumbağalarına kötü davranan; sendikacılar ise, çocuk işgören çalıştıran ülkelere ticari ambargo uygulanmasını istediler (Berberoğlu, 1999). Türkiye'nin de aralarında bulunduğu, Mısır ve Hindistan gibi ülkeler işgören hakları konusunda, "Bize çalışma standartları dayatıp, sosyal adalet kisvesi altında, emek-yoğun sektörlerdeki rekabet avantajımızı elimizden almak istiyorsunuz" diyerek bu konuda gerekli adımların atılmasına karşı çıkmış (Çongar, 1999) ve sivil toplum örgütlerinin, sendikaların ve çevreci grupların üzerinde durduğu konuların, gelişmekte olan ülke yönetimlerince "önemli bulunmadığı" gerçeğini bir kere daha göstermişlerdir.
Her ne kadar hükümetler gerekli adımları atmaktan kaçınıyorlarsa da, sivil toplum örgütlerinin çabaları gelişmekte olan ülkelerdeki kötü çalışma koşullarının dünyaya duyurulmasına ve düzeltici adımların atılmasına yardımcı olmaya devam etmektedir. Örneğin, bu örgütlerin ağır eleştiri ve baskılarına maruz kalan Disney, Nike ve Mattel gibi işletmeler Asya'daki fabrikalarında çalışma koşullarını iyileştirme yoluna gitmişlerdir. Mattel, bu olumlu çabaları sonucunda Çin'de SA 8000 Standardı'nı alan ilk işletme olmuş ve bütün fabrikalarını bağımsız denetçilere açmıştır. Nike, hem kendisi hem de tedarikçi işletmeleri için ayrıntılı davranış kuralları geliştirerek ciddi bir kontrol gerçekleştirmeye başlamıştır (Economist, 1999: 62-64).
Sivil toplum örgütlerinin bu çabaları sonucunda, özel kesim de çalışma koşullarının iyileştirilmesine önemli katkılarda bulunmaya başlamıştır. Örneğin, 1997 yılında Dünya Spor Ürünleri Endüstrileri Federasyonu ve ABD Spor Ürünleri Üreticileri Derneği'nin, Pakistan futbol topu endüstrisinde çocuk işgören çalıştırmayı engelleme yönünde aldıkları kararı, (daha önce 12 yaşındaki çocuklara futbol topu ürettirmekle suçlanan) Reebok da desteklemekte ve futbol topu üretiminde çocuk işgören çalıştırılıp çalıştırılmadığını denetlemek amacıyla bağımsız bir denetim sistemi kurulması ve eski çocuk işgörenler için okul vb. sosyal programlar hazırlanması çabalarına katılmaktadır (Spar vd., 1999: 557-582).
Sivil toplum örgütlerinin yanı sıra son yıllarda tüketicilerin de bu konudaki duyarlılığı artmaya başlamıştır. Örneğin, ABD'de 1995'te yapılan bir kamuoyu araştırmasında deneklerin %78'inin, işgörenlerini kötü koşullarda çalıştıran işletmeler yerine, (örneğin, 20 dolarlık bir giyecek için birkaç dolar daha fazla ödeyerek) insancıl koşullarda çalıştıran işletmelerden alış-veriş yapmayı tercih ettikleri görülmüştür (Economist, 1998: 13-16). İnsan haklarının ve demokratikleşmenin öne çıktığı günümüzde, yasaların ve cezai yaptırımların gerçekleştiremediğini, sivil insiyatiflerin ve özellikle de bilinçli tüketici hareketlerinin gerçekleştireceğini söylemek bir kehanet sayılmamalıdır.
3.3. Sosyal Sorumluluk Yatırım Fonları
SA 8000 Standardı'nın doğuşuna neden olan bir diğer gelişmede, milyarca dolarlık portföyleriyle hızla büyümekte olan "Sosyal Sorumluluk Yatırım Fonları"dır. ABD'de, 7 trilyonluk yatırımın 700 milyar doları bu fonlara akmaktadır. Yatırımlarına iyi bir kazanç elde etmek ve aynı zamanda sosyal sorumluluklara uygun faaliyet gösteren işletmeleri desteklemek isteyen yatırımcılarca bu fonlara (Goetz, 1997: 43-46) yatırılan paralar, toplam yatırımların henüz %10'luk bir kısmını oluşturmasına karşın, yatırımcıların bu yönde artan eğilimini göstermesi bakımından önemli bir gösterge olarak değerlendirilebilir.
Kuşkusuz bu durum artık, işletmelerin sosyal sorumluluklarını yerine getirip getirmediklerinin denetlenmesini de zorunlu kılmaktadır. Son zamanlarda bazı gruplar finansal performansın yanı sıra, işletmelerin sosyal ve ekolojik çevreye karşı olan etkilerinin ve bu yöndeki performanslarının da denetlenmesi gerektiğini savunmaktadırlar (Belsie, 1999: 13). İşletmelerin üretimlerini ve diğer faaliyetlerini uygun çalışma koşullarında sürdürmelerini garanti etmeyi amaçlayan SA 8000 (Export Today, 1998: 74-76), bu açıdan önemli bir ihtiyacı giderecektir.
SA 8000'in oluşumunda toplam kalite yönetimi çalışmalarının da önemli bir katkısı olmuştur. ISO 9000 Endüstriyel Kalite Yönetimi, ISO 14000 Çevre Sistemleri Yönetimi standartlarını harekete geçirmiş ve son olarak da SA 8000 Standardı gündeme gelmiştir (Daviss, 1999: 28-34). TKY çabaları, "iç müşteri (işgören) memnuniyeti"nin sağlanmasında kullanılabilecek etkin bir araç olan SA 8000'in doğuşunda etkili olduğu gibi, yayılıp benimsenmesinde de etkili olacaktır.
Belgelendirme Süreci
Bir işletmenin SA 8000 Standardı'na uygun faaliyet gösterip göstermediği, (SGS-International Certification Services) Uluslararası Belgelendirme Hizmetleri gibi kar amaçsız, bağımsız denetim şirketlerince kontrol edilmekte (Scherer, 1997: 245-248) ve gerekli koşulları sağladığına karar verilen işletmelere belge verilmektedir. CEPAA tarafından sosyal-denetim mesleğinin yeterliliklerine sahip kuruluşlar arasından seçilen denetçi kuruluşlar, belge almak isteyen işletmeleri ziyaret ederek standardın içeriğiyle ilgili konulardaki uygulamalarını değerlendirmektedirler. Denetçi kuruluşların değerlendirmeleri ayrıca CEPAA tarafından düzenli aralıklarla kontrol edilerek, standardın güvenilirliği sağlanmaya çalışılmaktadır. Denetçiler, gerektiğinde denetimin ve belgelendirmenin etkinliğini arttırabilmek amacıyla bölgesel insan hakları gruplarıyla bilgi alışverişinde bulunabilmektedirler (Wah, 1998: 18-23).
SGS-ICS belgelendirme sürecini şu şekilde özetlemektedir:
Planlama Aşaması: Yönetim sistemleri denetimi konusunda bilgili, deneyimli ve üst yönetimin desteğine sahip bir yönetici, belgelendirilme süreci için görevlendirilmelidir. Bu konuda danışman şirketlerden de yararlanılabilir.
Uygulama Aşaması: Bu aşamada tutulacak kayıtlar SA 8000'e uyulduğunu kanıtlamak bakımından önemlidir.
Kontrol Aşaması: Kesin başvuru öncesi bir ön-denetim yararlı olabilir. Ön denetimin belgelendirme açısından olumsuz bir etkisi yoktur. Koşulların yerine getirildiğine inanılıyorsa, doğrudan gerçek denetim için de başvurulabilir. Denetimler sonucunda bir eksiklik görülmüşse, düzeltme istenecektir.
Periyodik Kontrol Aşaması: Belgeler 3 yıl için geçerli olup, standarda uyulup uyulmadığı belli aralıklarla kontrol edilmektedir. Bu tür kontrollerle, sistemin sürekli geliştirilmesi ve işletmelerin standarda uyma konusunda mükemmelleşmeleri hedeflenmektedir.
Alınması için yasal bir zorunluluğun bulunmadığı SA 8000, denetimler sonucunda gerekli koşulları sağladığını ispatlayan her türlü işletmeye verilebilmektedir (Spar, 1998: 7-13). Belgelendirme, bir işletmenin ürünlerinin (tedarikçi ve müteahhitlerden aldıkları parçalar dahil) SA 8000 standardına uygun koşullarda üretildiğini kanıtladığından (Scherer, 1997: 245-248) alış-verişlerinde bu işletmeleri tercih eden müşteriler, insan haklarına yaptıkları bu anlamlı katkıdan dolayı, gönül rahatlığı ve huzur duyacaklardır.
SA 8000 kapsamında Türkiye'de ki mevcut durum
SA 8000 kapsamına giren konular açısından ülkemiz oldukça kötü bir durumdadır. Özellikle, çocuk işgören çalıştırma konusunda ülkemizin notu çok düşüktür. Kronik enflasyonun da etkisiyle çalışan kesim, özellikle de işçi ve memurlar, insan onur ve gururuna yakışır bir ücret alamamaktadırlar. "Sosyal Devlet" kavramı yeterince ciddiye alınmadığı için, sosyal güvenlik sistemi "sağlık" gibi en temel ihtiyaçlara dahi cevap veremeyecek bir duruma gelmiş bulunmaktadır.
Küçük çocuk çalıştırmada, Kenya, Bangladeş ve Haiti'den sonra 4. sırada yer alan Türkiye; Cezayir, Mısır, Hindistan, Endonezya, Bolivya, Guatemala, Nikaragua, Malezya, Filipinler, Pakistan gibi ülkelerden bile kötü durumdadır (Tokay vd., 1999: 13). DİE'nün Ekim 1994'te gerçekleştirdiği Hanehalkı İşgücü Araştırması'na göre; ülkemizde 6-14 yaş grubunda yaklaşık 11.9 milyon çocuk bulunmakta ve bunların, 1.008 milyonu (%8.48) iş hayatında ve 2.8 milyonu (%23) ev işlerinde olmak üzere, toplam 3.8 milyonu çalıştırılmaktadır (Aslantepe, 1999: 8) Günde 12-16 saat sağlıksız ortamlarda, sosyal güvenlikten uzak olarak çalıştırılan bu çocukların büyük bir kısmı iş yerlerinde aşağılanma, dövülme vb. kötü söz ve davranışlarla karşılaşmakta ve kolayca işten çıkartılabilmektedirler. Bir diğer araştırmaya göre, "ağır iş" kapsamına giren iş yerlerinde çalışanların %80'nini çocuklar oluşturmakta ve iş şartları nedeniyle tezgahlarda elini, kolunu kaptırarak ölen ya da sakat kalanların sayısı oldukça yüksek bulunmaktadır. Çocukların çalıştığı iş yerlerinin %83'ünün kayıt dışı, küçük ölçekli ve denetimden uzak atölyeler olması (Tokay vd., 1999: 13) durumun kötülüğünü bir kat daha ağırlaştırmaktadır.
Ülkemizde Ocak 1999 itibariyle 2,987,975'i sendikalı olmak üzere (özel+kamu) toplam 4,350,016 işgören çalıştırılmaktadır. Sendikalılaşma oranının %68.69 olduğu ülkemizde (ÇSGB, 1999: 116) sigortasız çalıştırılabildikleri için bazı işletmelerce çocukların tercih edilmesi, yetişkinlerin sosyal güvenlik kapsamı dışında kalmasına, dolayısıyla da sistemin ve sendikaların zayıflamasına neden olmaktadır. Türkiye, 138 sayılı "İstihdama Kabulde Asgari Yaşa" ilişkin UÇÖ Sözleşmesini imzalayarak çocuk işçiliğini etkin bir şekilde ortadan kaldırmayı ve istihdama kabul için asgari yaşın çocukların fiziksel ve zihinsel gelişmelerine olanak tanıyacak bir seviyeye yükseltilmesi konusunda ulusal bir politika izlemeyi kabul etmiş olmasına (İnan, 1998: 27); UÇÖ'nün 15, 58, 77, 123 ve 59 numaralı sözleşmelerini ve "Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı"nı kabul etmiş ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesini onaylamış (Aslantepe, 1999: 7-8) olmasına karşın, uygulamada beklenen gelişme henüz sağlanabilmiş değildir.
Ekonomik hayatta çocuk emeğinin kullanımının yaygınlığı, toplumların gelişme düzeyini gösteren önemli bir sosyo-ekonomik göstergedir (Baştaymaz, 1998: 61). Çocuk işgücü kullanımını doğuran en önemli neden yoksulluktur. Ülkemizde çocuklar, ucuz işgücü olarak görülmekte ve bu nedenle de özellikle kırsal bölgelerde yaygın olarak çalıştırılmaktadır. DİE'nün 1994 yılındaki Çocuk İşgücü Anketi'nde, hanehalkı reislerinin %84'ü çocuklarını okula göndermek istediklerini belirtmişlerdir (Çolak, 1999: 12-13). Bu, kötü yönetilen ekonominin faturasının düşük gelirli ailelere ve onların çocuklarına çıkarıldığının "acı" bir göstergesidir.
Sonuç ve Öneriler
Dünyadaki ve ülkemizdeki uygulamalara bakıldığında iş yasalarının ve UÇÖ'nün düzenlemelerinin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki çalışma koşullarının iyileştirilmesinde yeterince etkili olamadığı görülmektedir. Dolayısıyla, sivil insiyatiflerin ve proaktif yaklaşımların öne çıktığı günümüzde, yasal düzenlemelerin ve kontrollerin ötesinde, (ISO standartlarında ve genel olarak TKY çabalarında da olduğu gibi) ilgili kesimlerin gönüllü katılımını öngören çabaların gerekliliği anlaşılmış bulunmaktadır.
SA 8000, çocuk işgören çalıştırılmasının önüne geçilmesinde; sendikal hakların iyileştirilmesinde ve sendikalılaşma oranının yükseltilmesinde; çalışma saatlerinin iyileştirilmesinde; düşük ücretlerin insan onuruna yakışır bir seviyeye çıkarılmasında; sağlık ve güvenlik konularında olumlu gelişmelerin sağlanabilmesinde, ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler için önemli işlevler görecek önemli bir standarttır. Sendikaların ve işletmelerin bu yöndeki çabalarına büyük bir ivme kazandıracağına inandığımız SA 8000 Standardı en kısa zamanda ülkemizde uygulanmaya ve yaygınlaştırılmaya başlanmalıdır.

cahit günaydın
lead auditor

KKS kurumsal sosyal sorumluluk proje tasarımınız için CONSULTURK.NET

Rekabet Avantajı ile Kurumsal Sosyal Sorumluluk Arasındaki Bağlantınızı CONSULTURK.NET kuruyor

Devletler, aktivistler ve medya, şirketlerden faaliyetlerinin sosyal sonuçları hakkında hesap sormak konusunda ustalaştı. Sayısız organizasyon, şirketleri kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) performanslarına göre sıralıyor ve bazen tartışmalı metodolojilerin kullanılmasına karşın bu sıralamalar kamuoyunda hayli ilgi görüyor. Sonuç olarak, KSS, tüm ülkelerdeki iş dünyası liderlerinin kaçınılmaz bir önceliği haline geldi.
Çok sayıda şirket, daha şimdiden faaliyetlerinin sosyal ve çevresel etkilerini iyileştirmek için, pek çok şey yapmış durumda. Ama bu çabalar, iki nedenle, sahip olabilecekleri verimlilik düzeyinin uzağında kalıyor. Birincisi, birbirlerine bağımlı olmalarına karşın, işletmeler ile toplum karşı karşıya konuyor. İkincisi, şirketler, kurumsal sosyal sorumluluğu, kendi stratejilerine en uygun şekilde değil, genel geçer biçimlerde ele almaya zorlanıyor.
KSS ile ilgili egemen yaklaşımların parça parça yapıda olması ve iş stratejileriyle bağlantısızlığı, şirketlerin topluma yararlı olmalarını sağlayabilecek en büyük fırsatların görülememesine yol açıyor. Oysa şirketler, sosyal sorumluluk için yapabileceklerini değerlendirirken, ana faaliyet konularıyla ilgili tercihlerini merkeze yerleştirseler, KSS’nin bir maliyet, kısıt ya da hayırseverlik faaliyeti olmanın ötesinde, bir fırsat, inovasyon ve rekabet avantajı kaynağı olabileceğini keşfedebilirler.
Bu yazıda, şirketler ile toplum arasındaki ilişkiye, kurumsal başarı ile toplumsal refahı sıfır toplamlı bir oyun olarak görmeyen yeni bir bakış açısıyla yaklaşılmasını önereceğiz.
Kurumsal sosyal sorumluluğun ortaya çıkışı
Şirketlerin KSS’ye giderek daha fazla önem vermeleri, tümüyle gönüllü bir şekilde olmadı. Çoğu şirket, geçmişte iş sorumluluklarını birer parçası olarak görmedikleri başlıklarda beklemedikleri toplumsal tepkilerle karşılaştıktan sonra, bu başlığa eğildi. Örneğin, Nike, 1990’ların başında, New York Times ile başka medya organlarında Endonezya’daki tedarikçilerinin işçileri kötü koşullarda çalıştırdıklarına ilişkin haberlerin çıkmasından sonra, yaygın bir tüketici boykotuyla karşılaştı. 1995’te, Shell’in Kuzey Denizi’ndeki eski bir petrol kulesi olan Brent Spar’ı batırmaya karar vermesi, Greenpeace’in protestolarına ve konunun uluslararası medyanın manşetlerine taşınmasına yol açtı. İlaç şirketleri, ilgili ilaçların kendi birincil üretim hatlarından ve piyasalarından çoktan kaldırılmış olmasına karşın, Afrika’daki AIDS salgınına karşılık vermelerinin beklendiğini keşfetti. Fast-food ve paketlenmiş gıda üreticileri, şişmanlık ve kötü beslenmeden sorumlu tutuluyor.
Sağcısıyla solcusuyla her türden sivil organizasyon, şirketler üzerinde kamuoyu baskısı yaratmak konusunda çok daha saldırgan ve etkili olmaya başladı. Sivil eylemciler, bir soruna dikkat çekmek için, o sorun üzerindeki etkisi sınırlı olsa bile, en göz önündeki ve başarılı şirketleri hedef alabiliyor. Örneğin, dünyanın en büyük şişelenmiş su satıcısı Nestle, temiz suya erişim hakkındaki küresel tartışmanın temel hedefi haline geldi. Oysa Nestle’nin şişelenmiş su satışları dünya temiz su arzının yalnızca yüzde 0,0008’ini tüketiyor. Her yıl dünya arzının yüzde 70’ini tüketen verimsiz tarımsal sulama faaliyetleri daha acil bir sorun oluştursa da, bu sorunla ilişkisi kurulabilecek uygun çokuluslu şirket bulunmuyor.
KSS ile ilgili tartışmalar, şirket yönetim kurullarına kadar girdi. 2005 yılında, çalışma koşullarından küresel ısınmaya, KSS ile ilgili konularda 360 farklı genel kurul kararı alındı. Giderek daha fazla ülkede sosyal sorumluluk raporlarının hazırlanması yasal bir zorunluluğa dönüşüyor. Örneğin, İngiltere’de, görüşülmeyi bekleyen bir yasa teklifi, halka açık tüm şirketlerin yıllık raporlarında etik, sosyal ve çevresel risklerin açıklanmasını öngörüyor. Bu baskılar, harici hak sahiplerinin şirketleri toplumsal konularda ne oranda sorumluluk sahibi kılmaya çalıştıklarını ve kabul edilemez sayılan işler yapan şirketlerin ne kadar büyük mali risklerle karşı karşıya kalabileceklerini açıkça gösteriyor.
Şirketler, risklerin farkına varmakla birlikte, ne yapmaları gerektiği konusunda açık fikirlere sahip değil. Nitekim, en yaygın kurumsal refleks, stratejik ya da işlevsel olmaktan çok kozmetik, halkla ilişkiler faaliyetleri ve medya kampanyaları yardımıyla, şirketlerin sosyal ve çevresel iyi uygulamalarını gösteren cilalı KSS raporları hazırlanıyor. 2005 yılında, en büyük 250 çokuluslu şirketin yüzde 64’ü, ya yıllık raporları içinde ya da çoğunun yaptığı gibi ayrı sürdürülebilirlik raporları kapsamında KSS raporlarına yer verdi. Bu da yeni bir rapor yazıcılığı sektörünün ortaya çıkmasını sağladı.
KSS hakkındaki en önemli dört gerekçe
Kabaca ele alırsak, KSS savunucuları, dört temel gerekçe ileri sürüyor: Ahlaki yükümlülük, sürdürülebilirlik, faaliyet lisansı ve itibar. Şirketlerin iyi yurttaşlar olma ve “doğru şeyleri yapma” görevlerinin bulunduğu tezine dayanan ahlaki gerekçe, ABD’deki kar amacı gütmeyen en önemli KSS derneği olan Business for Social Responsibility’nin temel varlık nedeni. Dernek, üyelerinden, “ticari başarılara, etik değerleri öne çıkaran ve insanlara, topluluklara ve doğal çevreye saygılı yollarla ulaşmalarını” istiyor. Sürdürülebilirlik, çevre ve topluluk yönetimini öne çıkarıyor. Sürdürülebilirliğin mükemmel bir tanımı 1980’lerde Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland tarafından yapılmış ve Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi tarafından kullanılmıştı: “Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğini tehlikeye atmadan karşılamak.” Faaliyet lisansı kavramı, her bir şirketin iş yapmak için devletlerden, topluluklardan ve diğer sayısız hak sahibinden zımni ya da açık bir izin alması gerektiği olgusundan türüyor. Son olarak, itibar, pek çok şirket açısından, KSS girişimlerinin şirketin imajını iyileştireceği, markasını güçlendireceği, moral değerleri canlandıracağı ve hatta hisse senetlerinin değerini yükselteceği anlamına geliyor. Bu gerekçeler, konu hakkındaki düşünceleri derinleştirmekle birlikte, şirket liderlerinin yapması gereken zor seçimler konusunda yeterli desteği sağlamıyor. Her bir yaklaşımın pratikte kısıtları var.
KSS alanında ahlaki zorunluluklar önemli bir ağırlık sahibi. Mali tabloların hazırlanmasında dürüstlük ve yasalara uygun faaliyetlerde bulunma gibi bazı ahlaki kaygıları anlamak ve uygulamak kolay. Ahlaki zorunluluklar, doğaları gereği, mutlak emirlerdir. Ancak, kurumsal sosyal seçimlerin çoğu, çelişen değerlerin, çıkarların ve maliyetlerin dengelenmesini içerir. Örneğin, Google’ın yakın geçmişte Çin’e girişi, ABD’li müşterilerinin sansüre duyduğu nefret ile Çin devletinin dayattığı yasal kısıtlar arasında uzlaşmaz bir çelişkiye yol açtı. Sosyal yararları kendi aralarında ya da maliyetleriyle karşılaştırmalı olarak ağırlıklandıran bir ahlaki hesaplama yönteminin geliştirilmesi gerekiyor. Ahlaki ilkeler, bir ilaç şirketinin gelirlerini bugünün yoksullarına yönelik destekleyici sağlık hizmetleri sunma, gelecek için tedavi yöntemleri geliştirme ve yatırımcılarına kar payı sağlama gibi seçenekler arasında ne şekilde dağıtacağını söylemez.
Sürdürülebilirlik ilkesi, aydınlanmış öz-çıkara dayanır ve üçlü bilanço olarak anılan ekonomik, sosyal ve çevresel performans değerlendirmelerini gerektirir. Bir başka deyişle, şirketler, topluma zarar veren ya da çevresel savurganlığa yol açan kısa vadeli davranışlardan kaçınarak, uzun vadeli ekonomik performansı güvence altına alacak şekilde hareket etmelidir. Bir şirketin ekonomik ya da hukuki çıkarlarıyla çakıştığında, bu ilkeyi uygulamak kolaylaşır. Örneğin, DuPont, 1990’dan bu yana enerji kullanımında 2 milyar dolardan fazla tasarruf sağladı. McDonald’s, yiyecek maddelerini paketlemek için kullandığı malzemeleri değiştirerek, katı atıklarını yüzde 30 oranında azalttı. Bunlar, çevresel yararlarından tümüyle bağımsız bir şekilde alınmış akıllıca ticari kararlardı. Ancak, sürdürülebilirlik kavramı, başka alanlarda belirsizleşebilir, hatta anlamsızlaşabilir. Şeffaflığın yolsuzluktan daha “sürdürülebilir” olduğu söylenebilir. İyi istihdam politikaları, düşük ücretle işçi çalıştırmaktan daha “sürdürülebilir”dir. Yardımseverlik, bir toplumun sürdürülebilirliğine katkıda bulunabilir. Ne var ki, bu iddialar, doğru olsa bile, uzun dönemli hedefler ile bunların kısa dönemli maliyetleri arasındaki dengenin ne şekilde kurulacağı konusunda pek az şey söyler. Sürdürülebilirlik okulu, bu türden ikilemler hakkındaki soruların yanıtlanmasını sağlayacak bir çerçeve sunmaz. Stratejik bir KSS kavrayışına sahip olmayan yöneticiler, bu tür maliyetleri erteleme eğilimi gösterir. Ama bu da, sonrasında şirketin toplumsal yükümlülüklerini yerine getirmediği hükmüne varılırsa, daha büyük maliyetler doğurabilir.
Faaliyet lisansı yaklaşımı ise çok daha pragmatiktir. Şirketlere, hak sahiplerini ilgilendiren toplumsal sorunları belirlemenin ve bunlar hakkında karar almanın somut bir yolunu sunar. Dahası, bu yaklaşım, düzenleyicilerle, yerel halkla ve aktivistlerle yapıcı bir diyaloğu teşvik eder. Bu da özellikle madencilik alanında ve katı düzenlemelere konu olan sektörlerde faaliyet gösteren ve devletten onay almaya ihtiyaç duyan şirketler için önemli. Aynı nedenle, söz konusu yaklaşım, riskli ya da çevreye zarar veren faaliyetlerde bulundukları için komşularının rızasına ihtiyaç duyan şirketler (örneğin kimyasal madde üreticileri) arasında daha yaygın. Ancak, hak sahiplerini tatmin etmeye çalışan şirketler, KSS gündemlerinin kontrolünü kendi dışlarındaki unsurlara bırakmış oluyor. Hak sahiplerinin görüşleri tabii ki önemlidir; ama bu gruplar bir şirketin yeteneklerini, rekabetteki konumunu ya da ikilemlerini hiçbir zaman tam olarak anlayamaz. Ayrıca, hak sahibi grupların belirli bir konudaki kararlılığı, bu konunun şirket ya da dünya içinde önemli olduğu anlamına gelmeyebilir. KSS’yi baskı gruplarını yatıştırmanın aracı olarak gören şirketler, sıklıkla, bu yaklaşımın bir dizi kısa vadeli savunmacı tepkiye yol açtığını görür. Tepkileri yatıştırmaya yönelik hiç bitmeyen halkla ilişkiler faaliyetleri, çok sınırlı bir toplumsal değer üretirken işletmelere herhangi stratejik yarar sağlamaz.
İtibar argümanı ise, stratejik yarar hedefini barındırmakla birlikte, bunu çok ender olarak sağlar. İtibarla ilgili kaygılar, faaliyet lisansı örneğinde olduğu gibi, dışarıdaki izleyicilerin tatmin edilmesine yöneliktir. Müşteri odaklı şirketlerde bu yaklaşım sıklıkla yüksek profilli sosyal sorumluluk kampanyalarının düzenlenmesine yol açar. Kimya ve enerji gibi damgalanmış sektörlerdeki şirketler, sosyal sorumluluk girişimlerini bir tür sigorta olarak görebilir. Sosyal bilinçlilik konusundaki itibarın olası bir kriz sırasında kamuoyunun tepkisini yatıştıracağı umulur. Ama bu yaklaşım da, halkla ilişkiler ile sosyal ve ticari sonuçların birbirlerine karıştırılması riskini doğurur.
Ben&Jerry’s, Newman’s Own, Patagonia ve Body Shop gibi az sayıda şirket, alışılmadık ölçülerde uzun vadeli sosyal sorumluluk girişimleriyle kendilerini öne çıkardı. Ama bu şirketler özelinde bile, yaratılan sosyal etkinin belirlenmesi zor, ticari yararların belirlenmesi ise çok daha zor. Şirketlerin sosyal itibarlarının müşterilerin satın alma tercihleri ya da hisse senetlerinin değerleri üzerindeki etkisine ilişkin araştırmalar, en iyimser ifadeyle, bir yargıya varılmasını mümkün kılmıyor. İyi faaliyetler ile müşterilerin davranışları arasındaki bağlantı o denli dolaylı ki, bunu ölçmek neredeyse olanaksız. Bu tür yatırımların yararlarını nicelleştirme olanağının bulunmaması KSS programlarının sağlam bir zemine oturtulmasını olanaksızlaştırıyor ve yönetim değişiklikleri ya da sarsıntılar bunların iptal edilmesine yol açabiliyor.
Dört düşünce okulu da aynı zayıflığı paylaşıyor: İş dünyası ile toplum arasındaki karşılıklı bağımlılık yerine gerilimlere odaklanıyorlar. Her biri, tek tek şirketlerin stratejilerinden, faaliyetlerinden ve faaliyet yürüttükleri bölgelerden bağımsız yaklaşımlar üretiyor. Bu nedenle de, hiçbiri, şirketlerin en önemli ya da üzerlerinde en fazla etki yaratabilecekleri sorunları belirlemelerine, bunlara öncelik vermelerine ve çözmelerine yetmiyor. Sonuç, çoğu zaman, şirket stratejisiyle bağlantısız, koordinasyondan yoksun KSS ve yardımseverlik faaliyetlerinin bir karışımı oluyor. Bu da ne anlamlı bir sosyal etki yaratıyor ne de şirketlerin uzun vadeli rekabet güçlerine katkıda bulunuyor. KSS uygulama ve girişimleri sıklıkla faaliyet birimlerinden yalıtık bir şekilde örgütleniyor. Şirket dışında da, her biri farklı bir hak sahibi ya da baskı grubuna yanıt veren birbirleriyle ilgisiz çok sayıda girişim sosyal etkiyi dağıtıyor.
Bu parçalanma çok sayıda fırsatın kaçırılmasına yol açıyor. Şirketlerin sosyal yarar üretme gücü ile birlikte, hem içlerinde bulundukları toplulukları hem de ticari hedeflerini destekleyecek faaliyetlerde bulunma potansiyelleri de ortadan kalkıyor.
İş dünyası ile toplumun bütünleştirilmesi
KSS’yi geliştirmenin yolu, onu bir şirket ile toplum arasındaki karşılıklı bağımlılık temelinde kavramaktan ve tek tek şirketlerin strateji ve faaliyetleriyle ilişkilendirmekten geçiyor. İş dünyası ile toplumun birbirlerine ihtiyaç duydukları ifadesi ilk bakışta bir klişe gibi görünebilir; ama şirketleri bugünkü kurumsal sorumluluk anlayışlarının yarattığı şaşkınlıktan kurtaracak olan, bu temel doğrudur.
Başarılı şirketler sağlıklı bir topluma ihtiyaç duyar. Eğitim, sağlık hizmetleri ve fırsat eşitliği, işgücünün üretkenliği açısından vazgeçilmezdir. Güvenli ürünler ve çalışma koşulları, müşterileri çekmekle kalmaz, kazaların yol açtığı maliyetleri de düşürür. Toprağın, suyun, enerjinin ve diğer doğal kaynakların verimli kullanımı şirketlerin verimliliğini arttırır. Etkinlik ve inovasyon için, iyi yönetime, hukukun üstünlüğüne ve mülkiyet haklarına ihtiyaç duyulur. Güçlü düzenleyici standartlar hem tüketicileri hem de rekabetçi şirketleri sömürülmekten kurtarır. Sonuç olarak, sağlıklı bir toplum, insan ihtiyaçlarının daha büyük bir bölümü giderilir ve beklentiler artarken, ticari faaliyetlere dönük talebi büyütür. İçinde faaliyet gösterdiği toplumun çıkarları pahasına kazanç sağlamaya çalışan her tür şirket, başarısının aldatıcı ve geçici olduğunu görecektir.
Diğer taraftan, sağlıklı bir toplum da başarılı şirketlere ihtiyaç duyar. Hiçbir sosyal program, istihdam ve zenginlik yaratan, inovasyon yoluyla yaşam standartlarının ve toplumsal koşulların iyileşmesini sağlayan bir sektörle rekabet edemez. Şirketlerin verimli bir şekilde faaliyet göstermesine engel olan devletler, STÖ’ler ve sivil toplumun diğer unsurları, bazı çatışmaları kazansa bile savaşı kaybeder. Çünkü şirketlerin ve bölgelerin rekabet güçlerinin azalması, ücretlerin gerilemesine, işlerin ortadan kalkmasına, vergileri ödeyen ve kar amacı gütmeyen katkılarda bulunan zenginliğin buharlaşmasına neden olur.
Seçimle her iki tarafın da yararına olmalıdır. Kendi çıkarlarını korumak için karşı tarafın çıkarlarını riske atan şirket ya da toplumlar kendilerini çok tehlikeli bir yolda bulur. Taraflardan birinin geçici bir kazanımı her iki tarafın uzun vadeli refahına zarar verir.
Bu geniş ilkeleri uygulamak isteyen bir şirket, rekabeti kavramak ve iş stratejisini oluşturmak için kullandığı temel çerçevenin içine bir sosyal perspektifi dahil etmelidir.
Kesişme noktalarının saptanması.
Bir şirket ile toplum arasındaki karşılıklı bağımlılık iki biçim alır. Birincisi, şirketin olağan iş faaliyetlerinin toplum üzerinde etkileri vardır: İçeriden dışarıya bağlantılar.
Bir şirketin değer zinciri içinde yer alan her faaliyet, firmanın içinde çalıştığı topluluklar üzerinde etkide bulunarak pozitif ya da negatif toplumsal sonuçlar doğurur. Şirketler, faaliyetlerinin (işe alma uygulamaları, emisyonlar, atık ulaştırma vb.) sosyal etkilerinin farkına giderek daha fazla varıyor olsa da, bu etkiler çoğu yöneticinin düşündüğünden daha karmaşık ve değişken olabilir. Her şeyden önce, bunlar mekana göre değişir. Aynı imalat uygulamaları Çin ile ABD’de çok farklı toplumsal sonuçlar doğurur.
Bir şirketin toplum üzerindeki etkisi zaman içinde, toplumsal standartlardaki gelişmelere ve bilimin ilerlemesine bağlı olarak değişir. Bugün ciddi bir sağlık riski oluşturduğu anlaşılmış olan asbest, 1990’ların başında, o dönemin bilimsel bilgileri temelinde, güvenli sayılıyordu. Asbestin riskli olabileceğine ilişkin kanıtlar, henüz herhangi bir şirketin olası zararlardan sorumlu tutulmadığı 50 yıllık bir süre boyunca birikti. Araştırmaların gidişatını göremeyen çok sayıda şirket bu nedenle iflas etti. Şirketler, bugünün herkesçe bilinen toplumsal etkilerini izlemekle yetinemez. Gelecekte belirginleşebilecek toplumsal etkileri saptamaya çalışmayan şirketler, varlıklarını bile riske atıyor olabilir.
Şirket faaliyetleri toplumu etkilerken, dışsal toplumsal koşullar da şirketleri olumlu ya da olumsuz yönde etkiler: Dışarıdan içeriye bağlantılar.
Her şirket belirli bir rekabet ortamının içinde faaliyet gösterir. Bu ortam, özellikle uzun vadede, şirketin stratejisini hayata geçirme yeteneğini ciddi şekilde etkiler. Toplumsal koşullar, söz konusu ortamın kritik unsurları arasında yer alır. Rekabet ortamı, değer zincirinden kaynaklanan etkilere oranla çok daha az ilgi çekiyor olsa bile, hem şirketler hem de toplumlar açısından çok daha büyük bir stratejik önem taşıyabilir. Sağlıklı bir rekabet ortamının korunması hem şirket hem de topluluk yararınadır.
Rekabet ortamı dört geniş alana bölünebilir: Birincisi, elde bulunan işletme girdilerinin (örneğin insan kaynakları ya da ulaşım altyapısı) nicelik ve niteliği; ikincisi, rekabeti yöneten kural ve teşvikler (fikri mülkiyeti koruyan, şeffaflığı güvence altına alan, yolsuzluğa karşı koruma sağlayan ve yatırımları teşvik eden politikalar); üçüncüsü, ürün kalite ve güvenlik standartları, tüketici hakları ve devlet alımlarının adilliği gibi unsurların etkilediği yerel talebin büyüklük ve karmaşıklığı; dördüncüsü, hizmet sağlayıcılar ve makine üreticileri gibi destekleyici sektörlerin yerel ölçekte bulunup bulunmaması. Rekabet ortamının bu boyutlarından her biri ya da hepsi KSS girişimleri için fırsat sağlayabilir. Örneğin, uygun insan kaynaklarına ulaşma yeteneği, şirketlerin de etkileyebileceği yerel eğitim sistemi, barınma olanakları, ayrımcılık (işçi havuzunu daraltır) ve kamusal sağlık altyapısının yeterliliği gibi bir dizi sosyal etkene bağlıdır.
Hedef alınacak sosyal başlıkların seçilmesi.
Bir işletme ne toplumun tüm sorunlarını çözebilir ne de bunun maliyetini karşılayabilir. Bunun yerine, her bir işletme, kendi faaliyet alanıyla kesişen başlıkları seçmek zorundadır. Diğer sosyal gündemler, bunları çözmek konusunda daha iyi olanaklara sahip olan başka sektörlerden şirketlere, STÖ’lere ya da devlet kurumlarına bırakılmalıdır. KSS seçimlerinde sorulması gereken, belirli bir başlığın üzerinde durulmayı hak edip etmediği değil, paylaşılan değer yaratma fırsatı sunup sunmadığıdır. Bir başka deyişle, işletme için de değerli olan anlamlı bir toplumsal yarar sağlanıp sağlanamayacağı sorulmalıdır.
Burada tarif ettiğimiz çerçeveye göre, bir şirketi etkileyen sosyal başlıklar üç kategoriye ayrılır. Bir uçta, ilgilenmeye değer çok sayıda başlık, diğer uçta ise hem önemli hem de şirketler açısından stratejik olan daha dar bir sosyal başlıklar kümesi bulunur.
Jenerik sosyal başlıklar, toplum için önemli olsalar bile, ne şirket faaliyetlerinden ciddi ölçüde etkilenir ne de şirketin uzun vadeli rekabet gücünü etkiler. Değer zincirinin sosyal etkileri, şirketin olağan faaliyetlerinin ürünüdür. Rekabet ortamının sosyal boyutları ise, şirketin faaliyet gösterdiği yerlerde rekabet gücünü büyük oranda etkileyen çevresel etkenlerdir.
Her bir şirketin, her bir işletme birimi ve önde gelen yerleşim noktaları ile ilgili sosyal başlıkları bu üç kategoriye ayırması ve bunları potansiyel etkilerine göre sıralaması gerekecektir. Belirli bir sosyal başlığın hangi kategoriye gireceği, ilgili işletme birimine, sektöre ve yerleşime göre değişecektir.
Bir dans topluluğunu desteklemek, Southern California Edison gibi bir elektrik şirketi için bir jenerik sosyal başlık olabilir; ama pahalı eğlencelere ve turizme bağımlı olan American Express’in rekabet ortamının önemli bir bileşenidir. Karbon emisyonları, Bank of America gibi bir finans firması için bir jenerik sosyal başlık olabilir; ama UPS gibi taşımacılık temelli şirketler için bir negatif değer zinciri etkisi, Toyota gibi otomobil üreticileri içinse hem değer zinciri etkisi hem de bir rekabet ortamı başlığı oluşturur. Afrika’daki AIDS salgını, Home Depot gibi perakendeciler için bir jenerik sosyal başlık olabilir; ama GlaxoSmithKline gibi ilaç şirketleri için değer zinciri etkisi, faaliyetlerinde Afrikalı işgücüne bağımlı olan Anglo American gibi madencilik şirketleri içinse bir rekabet ortamı başlığı oluşturur.
İşe almada çeşitlilik ya da enerji tasarrufu gibi ekonominin tümünü etkileyen başlıklar bile, bazı sektörler açısından başkalarına oranla daha büyük bir önem taşıyabilir. Örneğin, sağlık hizmetlerine yönelik katkılar, görece yüksek ücretlerle görece az sayıda insan çalıştıran yazılım geliştirme ya da bioteknoloji şirketlerini daha az, yüksek sayılarda düşük ücretli işçi çalıştıran perakendeci şirketleri ise ciddi oranda etkileyecektir.
Belirli bir sektörün kendi içinde de, verili bir sosyal başlık, rekabet pozisyonlarına bağlı olarak, farklı şirketler için farklı anlamlar taşıyabilir. Örneğin, otomotiv sektöründe, Volvo, güvenliği rekabetçi konumlanışının merkezi bir unsuru olarak seçerken, Toyota, hibrit teknolojisinin çevresel yararlarına dayalı bir rekabet avantajı oluşturdu. Tek tek şirketler açısından, bazı başlıklar çoğu işletme birimi ve yerleşim için daha fazla önem taşıyacak ve şirket ölçeğindeki stratejik KSS girişimleri için fırsat sunacaktır.
Bir sosyal başlığın farklı sektörlerdeki pek çok şirket için öne çıktığı durumlarda, kooperatif modellerine başvurmak en verimli tercih olabilir. Örneğin, Yeraltı Madenciliği Sektörleri Şeffaflık İnisiyatifi’ni oluşturan 19 büyük petrol, doğalgaz ve madencilik şirketi, yolsuzlukların önüne geçmek için faaliyet yürüttükleri ülkelerde devlete yaptıkları tüm ödemeleri kamuoyuna açıklamak ve bunları doğrulamak konusunda anlaşmaya vardı. Bu sektörlerdeki tüm büyük şirketlerin bu kolektif hareketi, rüşvet almaya alışmış hükümetlerin, yaptıkları ödemeleri açıklayan firmalarla iş yapmama kararı almasının önüne geçiyor.
Kurumsal bir sosyal gündemin yaratılması.
Sosyal başlıkların kategorilere ayrılarak sıralanması, açık ve olumlu bir kurumsal sosyal gündem yaratma amacına ulaşmak için gereklidir. Kurumsal sosyal gündem, topluluk beklentilerinin ötesine geçerek, sosyal ve ekonomik yararlara aynı zamanda ulaşma fırsatlarını temel alır. Zararı azaltmaya çalışmak yerine, sosyal koşulları geliştirerek şirket stratejisine katkıda bulunmanın yollarını bulur.
Bu tür sosyal gündem, hak sahiplerinin kaygılarını gözetmek zorunda olsa da, kendisini bunlarla sınırlayamaz. Kurumsal kaynakların ve enerjinin önemli bir bölümü gerçek stratejik KSS’ye ayrılmalıdır. Bir şirket ancak stratejik KSS aracılığıyla en büyük sosyal etkiyi yaratabilir ve en büyük ticari yararları sağlayabilir.
Jenerik Sosyal Başlıklar
Değer Zinciri
Sosyal Etkileri
Rekabet Ortamının
Sosyal Boyutları

Şirket faaliyetlerinden ciddi ölçülerde etkilenmediği gibi, uzun vadeli rekabet gücünü maddi açıdan etkilemeyen sosyal başlıklar.

Bir şirketin olağan faaliyetlerinden ciddi ölçülerde etkilenen sosyal başlıklar.

Şirketin faaliyet gösterdiği yerelliklerdeki rekabet gücünü belirleyen unsurlar üzerinde ciddi etkilerde bulunan sosyal başlıklar.
Yanıt üreten KSS.
Yanıt üreten KSS iki unsurdan oluşur: Hak sahiplerinin değişen sosyal kaygılarını gözeterek iyi bir kurumsal yurttaş olarak hareket etmek ve ticari faaliyetlerin mevcut ya da öngörülen olumsuz etkilerini en aza indirmek.
İyi yurttaşlık KSS’nin olmazsa olmazıdır. Pek çok değerli yerel organizasyon şirketlerin katkısı sayesinde ayakta dururken, çalışanlar da şirketlerinin sosyal başlıklara pozitif müdahalelerde bulunması nedeniyle haklı bir gurur duyar.
En iyi kurumsal yurttaşlık girişimleri, çek yazmaktan çok daha fazlasını içerir: Net ve ölçülebilir hedefler belirlenir ve yürütülen faaliyetlerin sonuçları izlenir. Bu konudaki iyi bir örnek, General Electric’in (GE), ABD’deki bazı büyük tesislerinin yakınlarındaki başarısız devlet liselerini himaye altına alma programıydı. Şirket, beş yıllık bir dönemde her bir okula 250 bin dolar ile 1 milyon dolar arasında değişen katkılarda bulunmanın yanı sıra ayni bağışlar da yapıyor. GE yöneticileri ile çalışanları, ihtiyaçların değerlendirilmesi ve öğrencilere danışmanlık hizmeti sunulması ya da özel ders verilmesi konularında okul yöneticileriyle birlikte çalışıyor. Bu programa katılan 10 okulda yapılan bağımsız bir araştırma çalışmasına göre, 1989 ile 1999 yılları arasında, okulların neredeyse tümünde ciddi ilerlemeler kaydedilirken, en başarısız beş okuldan dördünde mezuniyet oranları ortalaması yüzde 30’dan yüzde 60’a yükseldi.
Bu örnektekine benzer etkili kurumsal yurttaşlık girişimleri hem itibar kazandırır hem de yerel iktidarlarla ve diğer önemli kurumlarla ilişkileri geliştirir. Dahası, GE’nin çalışanları, katılımları nedeniyle büyük bir gurur duyuyor. Ne var ki, gerçek etkileri sınırlı. Diğer yandan, yararlılık düzeyi ne olursa olsun, şirket faaliyetlerine dışsal kalan bu programın GE’nin işe alma olanakları ve hatırlanırlığı üzerindeki doğrudan etkisi de sınırlı kalıyor.
Yanıt üreten KSS’nin ikinci kısmı (şirketin değer zinciriyle bağlantılı faaliyetlerden kaynaklanan zararların en aza indirilmesi), her şeyden önce işletme faaliyetleriyle ilgilidir. Her bir işletme biriminin çok sayıda farklı değer zinciri etkisi üretme potansiyeli nedeniyle, çok sayıda şirket, standart sosyal ve çevresel risk setlerini kullanarak KSS denetim listeleri hazırlıyor. KSS raporlarını standartlaştırma yolunda hızla ilerleyen Küresel Raporlama İnisiyatifi (Global Reporting Initiative), 141 maddelik bir KSS başlıkları listesinin yanında farklı sektörler için ek listeler hazırlamış durumda.
Bu listelerin mükemmel bir başlangıç noktası oluşturmasına karşın, şirketlerin proaktif ve uyarlanmış iç süreçlere ihtiyacı var. Her bir işletmenin yöneticileri, değer zincirini, her bir yerleşim alanındaki birimlerin faaliyetlerinin sosyal etkilerini sistematik bir şekilde saptamanın aracı olarak kullanabilir. Burada, üretim sürecine en yakın işletme yöneticileri özellikle yardımcı olacaktır. En zorlu görev, henüz fark edilmemiş etkilerin öngörülmesidir. Merkezi İngiltere’de bulunan uluslararası ev cihazı mağazaları zinciri B&O örneği üzerinde durulabilir. Bu şirket, yüzlerce mağazasında bulunan on binlerce ürünün, iklim değişikliklerinden tedarikçi fabrikalarındaki çalışma koşullarına bir dizi sosyal başlıkla bağlantısını sistematik bir şekilde incelemeye başlayarak hangi ürünlerin sosyal sorumluluk riski barındırdığını ve dışarıdan herhangi bir baskıyla karşılaşmadan önce ne tür önlemlerin alınabileceğini saptamaya çalışıyor.
Stratejik KSS
Her türden şirket için, strateji, en iyi uygulamalardan daha fazlasını içermeli. Strateji, işleri rakiplerden farklı, maliyetleri düşürecek ve müşteri gereksinimlerine daha iyi hizmet edecek şekilde yapmaya dayalı benzersiz bir konumu seçmekle ilgili. Bu ilkeler, şirketlerin müşterileriyle ve rakipleriyle ilişkileri kadar toplumla ilişkileri için de geçerli.
Stratejik KSS, iyi kurumsal yurttaşlığın ve zararlı değer zinciri etkilerinin en aza indirilmesinin ötesine geçerek, sosyal ve ticari yararları büyük ve ayırt edici olan az sayıda inisiyatif oluşturuyor. Stratejik KSS, içeriden dışarıya ve dışarıdan içeriye bağlantıların bir arada kullanılmasını içeriyor.
Hem topluma hem de şirketlerin rekabet gücüne katkıda bulunabilecek inovasyonlara öncülük etme fırsatlarının çoğu, sunulan ürünlerden ve değer zincirinden çıkar. Toyota’nın otomobil emisyonlarıyla ilgili kaygılar karşısında ürettiği yanıt bunun bir örneği. Şirketin elektrik ve benzinle çalışan hibrit Prius modeli, rekabet avantajı ve çevresel yarar sağlayan bir dizi yeni otomobil modelinin ilkiydi. Hibrit motorlar, geleneksel araçların ürettiği zararlı kirleticilerin yalnızca yüzde 10’unu dışarıya salarken yüzde 50 oranında benzin tasarrufu sağlar. Motor Trend dergisi tarafından 2004 yılının otomobili seçilen Prius, Toyota’yı o denli ileriye taşıdı ki, Ford ve diğer otomotiv şirketleri bu teknolojinin lisansını almak zorunda kaldı. Toyota, müşterileriyle ilişkilerinde benzersiz bir konuma yerleşirken, kendi teknolojisini bir dünya standardı haline getirmeyi başardı.
Bir Meksika inşaat şirketi olan Urbi, dezavantajlı alıcılar için, bordrodan kesinti yoluyla yapılan esnek mortgage ödemeleri gibi yeni finansal araçlar kullanarak başarılı oldu. Fransa’nın en büyük bankası olan Credit Agricole, evlerde enerji tasarrufu sağlayan ilerlemelere ve çiftliklerin organik üretim yaptığını belgeleyen denetimlere yönelik mali paketler gibi çevreyle ilgili özel finansal ürünler sunarak kendisini farklılaştırdı.
Stratejik KSS, şirketlerin rekabet güçlerini artıran sosyal boyutlara dönük yatırımlar aracılığıyla, paylaşılan değerleri de açığa çıkarır. Bir ortak yaşama ilişkisi gelişir: Şirketlerin başarısı ile toplulukların başarısı birbirlerini karşılıklı olarak desteklemeye başlar. Bir sosyal başlık bir şirketin faaliyet alanlarıyla ne kadar yakından bağlantılıysa, firmanın kaynaklarını ve kapasitesini artırma ve topluma yararlı olma fırsatları da o kadar büyük olur.
Microsoft’un Amerikan Topluluk Kolejleri Derneği (AACC) ile kurduğu Çalışma Bağlantıları (Working Connections) ortaklığı, ortama yatırım yapmanın ürünü olan paylaşılan değer fırsatlarının iyi bir örneği. Bilişim sektöründeki eleman kıtlığı Microsoft’un büyümesinin önündeki önemli kısıtlardan biri. Şu anda, yalnızca ABD’de, BT sektöründeki boş pozisyonların sayısı 450 binin üzerinde. Topluluk kolejleri, ABD’de yüksek öğrenim görenlerin yüzde 45’ine karşılık düşen 11,6 milyon öğrencileriyle, bu sorunun çözümünü sağlayabilir. Ancak, topluluk kolejlerinin kendilerine özgü sorunları var: BT müfredatları standart değil, sınıflarda kullanılan teknolojiler çoğu zaman eski ve öğretim kurumlarının güncel gelişmelere uyum sağlamasına dönük sistematik uzman geliştirme programları bulunmuyor.
Microsoft’un 50 milyon dolar bütçeli 5 yıllık girişimi her üç sorunu da çözmeyi amaçlıyordu. Para ve ürün katkısı yapmakla yetinmeyen Microsoft, gereksinimleri değerlendirmeleri, müfredat geliştirme çakışmalarına yardımcı olmaları ve öğretim kadrolarını geliştirme enstitüleri kurmaları için gönüllü çalışanlarını kolejlere gönderdi.
İçeriden dışarıya ve dışarıdan içeriye uygulamaların bütünleştirilmesi
Değer zinciri inovasyonlarına öncülük ve rekabet gücünün önündeki sosyal kısıtlarla mücadele, ekonomik ve sosyal değer yaratmanın güçlü araçları arasında yer alır. Ancak, vermiş olduğumuz örneklerin gösterdiği üzere, bu ikisinin birlikteliği durumunda çok daha başarılı sonuçlara ulaşılır.
Değer zincirini oluşturan faaliyetler, ortamın sosyal boyutlarının iyileşmesine katkıda bulunacak şekillerde yürütülebilir. Örneğin, Marriott, uzun süredir işsiz olan adaylara 180 saatlik parası ödenmiş teorik ve pratik kurs olanağı sağlıyor. Şirketi destekleyen yerel hizmet organizasyonları da, adayları Marriott için belirliyor, eliyor ve öneriyor. Sonuç, hem topluluklara yarar sağlıyor hem de Marriott’ın işe yeni başlayacak eleman bulma maliyetlerini düşürüyor. Kurslara katılanları yüzde 90’ı Marriott’ta işe giriyor. İlk bir yılın sonunda da, bu şekilde alınanların yüzde 65’i işe devam ediyor. Bu, normalden hayli yüksek bir oran.
Değer zinciri uygulamaları ile rekabet ortamı yatırımlarının tam olarak bütünleştirildiği durumlarda, KSS’yi bir şirketin gündelik faaliyetlerinden ayırt etmek zorlaşır. Örneğin, Nestle, küresel faaliyetlerinin büyük ölçüde bağımlı olduğu süt, kahve ve kakao gibi temel ürünler için, doğrudan doğruya gelişmekte olan ülkelerdeki küçük çiftçilerle çalışıyor. Şirketin on yıllardır gerçekleştirdiği yerel altyapı yatırımları ve dünya standartlarında bilgi ve teknoloji transfer etmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin iyileştirilmesi ve ekonomik kalkınma gibi büyük sosyal yararlar üretirken, Nestle’ye karlı bir küresel şirket olarak kalması için gereken ürünlere doğrudan ve güvenilir bir şekilde erişme olanağını sağladı. Nestle’nin kendisini ayırt etmeye yönelik stratejisi, sosyal etkisinden ayrı düşünülemez.
Değer teklifine sosyal boyut eklenmesi
Her türden stratejinin merkezinde benzersiz bir değer teklifi bulunur: Bir şirketin, diğer şirketlerden farklı olarak, seçilmiş müşterileri için karşılayabildiği bir gereksinimler kümesi. En stratejik KSS, bir şirketin değer teklifine sosyal bir boyut ekleyerek sosyal etkiyi genel stratejisiyle bütünleştirmesi durumunda elde edilir.
REYTİNG OYUNU
Sosyal performansın ölçülmesi ve kamuoyuna duyurulması, reytinglerin tutarlı bir şekilde ölçülmesi ve kurumsal sosyal etkiyi doğru bir şekilde yansıtması durumunda, şirket davranışlarını etkilemenin güçlü bir yolu olabilir. Ne yazık ki, bugünkü KSS denetim listeleri kalabalığı her iki koşulu da yerine getirmiyor.
Sıralamalarda kullanılan ölçütler büyük farklılıklar gösteriyor. Örneğin, Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksi, ekonomik performansla ilgili boyutları değerlendirmelere dahil ediyor. Müşteri hizmetlerine şirket yurttaşlığından neredeyse yüzde 50 daha fazla ağırlık veriyor. Buna karşın, eşit derecede ünlü olan FTSE4Good Endeksi, ekonomik performans ve müşteri hizmetlerini tümüyle dışarıda bırakıyor. Aynı ölçütler kullanıldığında bile, bunların nihai skor üzerindeki ağırlıkları farklılaşıyor.
Ölçütlere ve bunların ağırlıklarına ilişkin tercihlerin ötesinde, çok daha kafa karıştırıcı bir soru var: Bu ölçütlere ulaşılıp ulaşılmadığına nasıl karar verilecek? Medya kuruluşlarının, kâr amacı gütmeyen örgütlerin ve yatırım danışmanlığı organizasyonlarının çoğu, karmaşık küresel şirket faaliyetleri evrenini denetlemek için gerekli kaynaklardan yoksun. Bu nedenle, verileri zaten bulunan ve fazla para harcamadan elde edilebilen ölçüleri kullanma eğilimini gösteriyorlar. Oysa bunlar, yansıtmayı amaçladıkları sosyal ya da çevresel etkilerin iyi birer temsilcisi olmayabilir. Örneğin, Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksi, şirket yönetim kurullarının büyüklüğünü topluluk katılımının bir ölçüsü olarak kullanıyor. Ama kurul büyüklüğü ile katılım tümüyle ilgisiz olabilir.
Son olarak, seçilen ölçüler sosyal etkiyi doğru bir şekilde yansıtsa bile, verilere güvenmek her zaman mümkün olmuyor. Reytinglerin çoğu, yanıt verme oranları istatistiksel açıdan önemsiz anket çalışmalarına ve şirketlerin dış kaynaklar tarafından doğrulanmamış kendi raporlarına dayanıyor. Yanıt verme olasılığı en düşük olanlar, gizleyecek şeyleri çok olan şirketler. Sonuç olarak ortaya büyük oranda anlamsız sıralamalardan oluşan bir karmaşa çıkıyor. Bu da neredeyse tüm şirketlere bazı sosyal sorumluluk ölçülerine uyduklarını iddia etme olanağını sağlıyor – çoğu da böyle yapıyor zaten.